30 Nisan 2015 Perşembe

“MUMA” ADI ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA

            1. GİRİŞ      

            1.1. Araştırmanın Amacı ve Yöntem
            Muma benim doğduğum köyün adıdır. 1960’lı yıllarda Türkçe olmadığı için bu ad kaldırılmış, yerine Gölkonak adı konmuştur. Ancak aradan geçen bunca yıldan sonra bile Muma adı unutulmuş değildir. Zaten hala nüfus cüzdanlarının doğum yeri hanesinde Muma yazan benim gibiler için bu mümkün de değildir. Peki, ama Muma adı nereden gelmektedir? Doğrusu bunu hep merak etmişimdir. Yaptığım ön araştırma sonucunda Muma adında bir Kelt tanrıçasının olduğunu; İrlanda’da Munster eyaletine eskiden Muma dendiğini; Çin’de Muma, Yakutistan’da Moma adında dağ ve nehirlerin bulunduğunu ve hatta Avrupa ve Amerika’da birçok insanın Muma ve benzeri soyadı taşıdıklarını öğrendim. Sonunda Muma yer ve aile adlarıyla Kelt tanrıçası, dolayısıyla Keltler arasında bir ilişkinin olup olmadığını belirlemek amacıyla araştırmayı derinleştirmeye karar verdim.  Kaynak tarayarak yaptığım araştırma sürecinde Moğolistan’da Muma ve Mumo adında tarihi yer isimleri bulunduğunu fark ettim. İşe yeni bir boyut kazandırdıkları için onları da araştırmaya dâhil ettim.

            1.2. Muma Köyü
        Muma köyü, 1115 m rakımlı Beyşehir Gölü’nün güney batısındaki Yenişar’dadır. Yenişar, doğusu göle dayanan küçük bir ova ile diğer yönlerden bu ovayı kuşatan dağlardan ibarettir. Muma, ovanın aşağı yukarı ortasında, iki çay arasındadır (Şekil 1). Yenişar’daki diğer yerleşme yerleri Yenişarbademli ilçesi ile Beyşehir'in Kurucaova ve Gölyaka mahalleleridir. 
        Erdoğru’ya (2006: 205)  göre “Muma” yer adı Türkçe değildir. Rumcadan gelen bir isim olmadığı da açıktır. Erdoğru, Muma gibi Türkçe olmayan kimi yer adlarının milattan önceki dönemlere kadar geriye gittiği kanısındadır. Nitekim Ocak 1664 tarihli bir şeriye mahkemesi belgesi (Ek 1,2) bu kanıyı destekler niteliktedir. Söz konusu belge şu satırlarla başlamaktadır:
        “Husûs-ı  âti’l beyan ki mahallinde istimâ’ı iltimâs olunmağın sâb-ı şer’den [doğrusu savb-ı şer]  bu fakîr ve zeyl-i kitabda mestûru’l esâmî olan müslimîn ile Kaşaklı Kazâsına tâbi’ Muma nâm karye kurbunda Aşağı Kenise nâm karyede vâki’ Musalar Çayırı dimekle ma’rûf mevzi’e varılıb akd u meclis-i şer’ olundukda…”
            Bu satırlar günümüz Türkçesine şu şekilde çevrilebilir:
        “Aşağıda anlatılacak olan konunun yerinde dinlenilmesi istendiği için Mahkeme’den bu fakir ve ekte isimleri yazılmış olan Müslümanlar ile Kaşaklı kazasına bağlı Muma köyü yakınındaki Aşağı Kenise köyünde bulunan Musalar Çayırı denilen yere varılıp Mahkeme kurulduğunda…”
        Yukarıdaki satırlardan Muma'nın yakınında Aşağı Kenise denen bir köyün olduğu anlaşılmaktadır. “Kenise” Arapçada “kilise” anlamına geldiğinden Aşağı Kenise ya da Aşağı Kilise’nin o tarihte değilse bile –zira 15. ve 16. yüzyıl tahrir defterlerinde Muma’da hiçbir gayrimüslim gözükmemektedir- geçmişte bir Hristiyan köyü olduğu açıktır. Öyle görünüyor ki 12-13. yüzyıllarda yöreye gelen Türkler orada mevcut olan bu köyün yanı başına yerleşmişler ve uzun süre yerli halkla yan yana yaşamışlardır. Kendileri de köy ismi olarak Muma’yı benimsediklerinden, Hristiyanların bulunduğu yerleşim alanını belirtmek  üzere, oraya Aşağı Kenise demişlerdir. Zamanla Aşağı Kenise’nin bulunduğu, köy mezarlığının bitişiğindeki Taşlıarım mevki yerleşim alanı olmaktan çıkıp tarım alanına dönüşmüştür. Daha yakın zamana kadar orada çift süren köylülerin sabanlarına iri taşların takıldığı, yüzeye tuğla ve kiremit parçalarının çıktığı görülmüştür. Kimi köylüler evlerini yaparken temel taşlarını oradan getirmişlerdir. Hatta orada eski para bulanlar bile olmuştur. 


Şekil 1: Yenişar

            Yukarıda anlatılanlardan Muma köyünün tarihinin çok eskilere dayandığı anlaşılmaktadır. Zaten Prof. A. S. Hall (1968: 70), Beyşehir Gölü’nün güney ve güneybatısında gördüğü yoğun yerleşim kalıntılarından dolayı Antik Çağ’da bu bölgede kalabalık bir nüfusun yaşadığını ileri sürmüştür. 

            1.3. Keltler/Galatlar
            Ön-Kelt kültürü sayılabilecek en erken arkeolojik kültür,  MÖ 1200’lerden itibaren Orta Avrupa’da gelişen Geç Tunç Çağı Urnfield kültürüdür. Bunu, Demir Çağı’nda yine orta Avrupa’da görülen ve adını mezar kazılarında çok sayıda eşyanın bulunduğu Avusturya’nın Hallstatt köyünden alan Hallstat kültürü (MÖ 800-450) izledi. Daha sonra da Hallstat kültüründen, hiçbir kültürel kopukluk olmadan, Yunan ve Etrüsk uygarlıklarının da etkisiyle Geç Demir Çağı’ında İsviçre, Doğu Fransa, Avusturya,  Güneybatı Almanya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Macaristan’da La Tène kültürü (MÖ 450’den MÖ 1. yüzyıldaki Roma fethine kadar) ortaya çıktı ve gelişti. Bu kültür muhtemelen doğal yollarla ya da göçlerle Britanya Adaları, Fransa, Bohemya, Polonya, İberya Yarımadası, Kuzey İtalya ve MÖ 279’da Galyalıların (Keltler) Balkanları istila etmeleri üzerine orta Anadolu’ya kadar yayıldı. (“Celts.”  ).
            Aşırı nüfus artışı sonucu ortaya çıkan toprak yetersizliği, iklim değişiklikleri, kuzeyli kavimlerin baskıları, kendilerine savaşçı olarak çok güvenmeleri ve ganimet umudu tarihçilerce Keltleri/Galatları Avrupa’daki yurtlarından göçe zorlayan başlıca nedenler olarak sayılmaktadır (Kaya, 2011: 27,28). Ancak Balkanlardan Anadolu’ya geçmelerinin asıl nedeni, daha Anadolu’ya geçmeden önce Byzantion yakınlarında Batı Anadolu kentlerinin zenginliğiyle ilgili olarak edindikleri bilgiler, dolayısıyla ganimet beklentisidir (Kaya, 2012: 5).
            Keltlerin/Galatların boğazlardan gemilerle Anadolu’ya geçişlerine, kardeşi Zipoetas’la olan savaşında kendisine yardım etmeleri karşılığında  Bithynia Kralı Nikomedes yardım etti (Kaya, 2012: 7). Livius’a (akt. Kaya, 2012: 6) göre Anadolu’ya ilk göç eden Keltlerin sayısı, yarısı silahlı toplam 20 bin kişiydi.
            MÖ 278‘de iki boy (Tolistobogiler ve Trokmeler) halinde Anadolu’ya geçen Galatlara kısa süre sonra başka bir boy (Tektosaglar) daha katıldı. Tektosagların katılımıyla Galatların toplam sayısı yaklaşık olarak 30 bine ulaştı (Kaya, 2012: 10).
            Büyük İskender’in generallerinden Seleukos ve Lysimakhos arasında MÖ 281’de yapılan Kurupedion Savaşı sonucunda Seleukoslar neredeyse tüm Anadolu’ya egemen oldular (Özsait, 1985: 40). Ancak Krupedion Savaşı’ndan sonra İskender İmparatorluğu toprakları üzerinde birer satraplık ya da bölge olmaktan çıkıp artık birer krallık haline gelen Suriye, Mısır ve Makedonya arasında çok geçmeden yeniden çatışmalar başladı (Özsait, 1985: 41). Seleukoslara ait topraklar üzerinde Bitinya, Pontos, Kapadokya ve Bergama  krallıkları kuruldu (Özsait, 1985: 42).  İşte bu karışık ortamda Bitinya Kralı Nikomedes kardeşleriyle ve düşman krallıklarla savaşında paralı asker olarak kullanmak amacıyla o sırada Trakya’da bulunan Galat/Kelt reisleriyle anlaşarak onların Anadolu’ya geçişlerini sağladı. Bu durum yaklaşık olarak yüzyıl boyunca Anadolu’nun, özellikle orta ve batı kesimlerinin talanına ve yıkımına neden oldu ve zaten güçsüzleşen Seleukoslar’ı iyice güçsüzleştirdi (Özsait, 1985: 42).
            Mısır ile savaş halinde olan Suriye Kralı I. Antiokhos on yıl Galatlarla hiç karşılaşmadı. Bu arada üç Galat boyu kendi aralarında kura çekerek yağmalamak amacıyla Batı Anadolu’yu paylaştılar. Buna göre Trokmeler Troas bölgesini, Tolistobogiler Aiolis ve İonia’yı ve Tektosaglar da İonia ve Aiolis bölgesinin doğusunda kalan İç Ege bölgesini yağmaladılar (Kaya, 2012:9) (Şekil 2). Kral'ın buralardaki garnizon komutanları Galat saldırıları karşısında aciz kaldılar, ancak kırsal alanda yaşayan halk savunmasız olmakla birlikte sur içindeki kent devletleri kendilerini başarıyla savundular (Kaya, 2011: 63).



Şekil 2: Anadolu'daki başlıca Kelt/Galat yerleşim yerleri ve önemli savaş alanları (Cunliffe, 1999: 83)

            Galatların Batı Anadolu’dan ne zaman ayrılıp Kuzey Phrygia’ya yerleştiklerine ilişkin elimizde kesin bir bilgi yoktur. Pausanias’a (akt. Kaya, 2012: 12) göre Galatları Batı Anadolu’dan Bergamalılar kovmuştur. Buna karşılık Kaya (2012: 12, 13), Bergama Kralı Attalos’un biri MÖ 241’de, diğeri MÖ 230’da olmak üzere Galatları iki kez yendiğini, şayet Pausanias Galatları Batı Anadolu’dan Bergamalıların kovduğunu Attalos’un bu yengilerine dayanarak söylemişse buna kuşkuyla bakmak gerektiğini, zira Galatların her türlü zorluklara rağmen 40 yıla yakın bir süre yersiz yurtsuz Batı Anadolu’da dolaşmalarının pek inandırıcı olmadığını öne sürmüştür. Ona göre Galatlar, MÖ 268’de Suriye Kralı I. Antiokhos’la yaptıkları Filler Savaşı’nı kaybettikten sonra, taraflar arasında varılan bir uzlaşma gereğince, savaştan önce aldıkları galatika denilen verginin kendilerine ödenmeye devam etmesi karşılığında Suriye Krallığı'nın müttefiki kent devletlerinin bulunduğu Batı Anadolu’dan ayrılıp orta Anadolu’da Kuzey Phrygia topraklarına yerleşmeyi kabul etmişlerdir (Kaya, 2012: 13; Kaya, 2011: 57). Muhtemelen yine aralarında çektikleri kura sonucuna göre Tektosaglar Ankyra ve çevresine, Trokmeler Tavion merkez olmak üzere Kızılırmak’ın doğusuna, Tolistobogiler ise Ankyra’nın batı ve güney batısına yerleşmişlerdir (Kaya, 2011: 49). Yerleştikleri bu topraklara da Galatların yurdu anlamına gelen Galatia adı verilmiştir.
            Galatlar kendilerini herhangi bir krallık ya da kentin müttefiki olarak görmemekle beraber, Filler Savaşı’ndan sonra da Suriye kralları Galatya’yı kendi topraklarının bir parçası ve Galatları da paralı asker kaynağı olarak görmeye devam etmişlerdir (Kaya, 2011: 66). Nitekim MÖ 190 yılında Suriye Kralı III. Antiokhos ile Roma arasındaki Magnesia (Manisa) Savaşı’nda Galatlar 8500 savaşçıyla paralı asker ya da müttefik olarak Antiokhos’un ordusunda yer almışlardır (Kaya, 2011: 74). Ne var ki Suriye Kralı savaşı kaybetmiştir.  Konsül General Manlius, Galatların Magnesia Savaşı’nda Suriye Kralı'nın yanında yer almalarını bahane ederek, MÖ 189 yılında, Galatia’yı işgal etmiştir. Bergama Kralı Eumenes’in kardeşi Attalus da bu seferde ona eşlik etmiştir. Aslında 40 000 civarında Galatın canına ve birçoğunun esir alınmasına yol açan bu işgalin altında yatan gerçek neden,  Galatlara boyun eğdirmekti.  Aksi takdirde,  Romalıların Batı Anadolu’da otorite kurmaları pek mümkün görünmüyordu (Smith, 1854).
            Magnesia Savaş’ında yenik düşen Suriye Krallığı, MÖ 188 yılında imzalanan Apameia (Dinar) Barış Antlaşması ile Toros Dağları’nın kuzeyinde kalan topraklar üzerindeki egemenliğini yitirmiştir. Burada yer alan Amblada’nın da içinde bulunduğu Pisidia’nın bir bölümü ile Phrygia’nın tamamı Roma tarafından müttefiki Bergama Krallığı'na verilmiştir. (Kaya, 2011: 89) Galatlar da Bergama Krallığı'na bağımlı hale getirilmişlerdir (Kaya, 2011: 89).  Bergama kralları, Pisidia bölgesinde merkezi bir yönetim kurmak yerine, buradaki kentler üzerindeki egemenliklerini daha ziyade vergi toplamak suretiyle sağlamışlardır (Özden, s. 6).
            Galatlar zaman zaman Bergama Krallığı'na karşı başkaldırdılar. MÖ 169-166 arasında meydana gelen başkaldırılarında Pisidia’daki Amblada'ya (Kızılca köyü/Asar Tepe) kadar ülkelerinin güneybatı ve batısındaki çok geniş bir alanda dehşet saçtılar (Kaya, 2011: 94). Bu arada üç kez Bergamalılarla savaştılar, bunlardan ilk ikisini kazandılar, ancak Synnada’daki (Şuhut) üçüncü savaşı kaybettiler (Kaya, 2011: 94, 96). Buna rağmen Anadolu’da “böl ve yönet” politikası güden Roma senatosu, MÖ 166 ya da 165 yılında, başkalarının topraklarına saldırmamaları koşuluyla Galatların bağımsızlığını ilan eden bir karar aldı (Kaya, 2011: 97).
            MÖ 133 yılında III. Attalos’un ölümünün ardından onun vasiyeti üzerine Bergama Krallığı Romalılara miras kaldı. Bu krallığın Mysia, Lydia ve Karia bölgeleri ile Phrygia’nın bir bölümünü kapsayan batı kesiminde MÖ 129’da Manius Aquilius tarafından Asia eyaleti kuruldu. Nispeten fakir ve yönetilmesi zor olan doğu kesimi ise müttefikler arasında paylaştırıldı. Pisidia muhtemelen Kappadokia Krallığı'na verildi. Ancak Kappadokia Krallığı etkin bir denetim sağlayamadığı için bölgede kaos ve korsanlık olayları arttı. Bunların önüne geçmek ve denetimi sağlamak için, M. Antonius, MÖ 102 yılında,  korsanların yoğun olduğu Kilikia ile yine aynı durumdaki Pamphylia, Lykia, Pisidia ve Lykaonia’yı birleştirerek başkenti İkonion (Konya) olan Kilikia eyaletini kurdu. Pisidia MÖ 102-49 yılları arasında ismen de olsa Kilikia eyaletinde kaldı ve sonra Asia eyaletine bağlandı. (Özsait, 1985: 70, 71, 81).  
            Galatia iki yüzyılı aşkın bir süre tetrarklar (Galat boylarının beyleri) tarafından yönetildi. Ancak MÖ 59’da Tolistobogilerin beyi Deiotaros Romanın himayesinde Galatia kralı oldu (Kaya 2011: 114, 115). Caesar’ın öldürülmesinden sonra doğu bölgesinin yönetimini üstlenen Romalı komutan Marcus Antonius, hem olası bir Parth saldırısına karşı tampon bölge oluşturmak hem de bölgede asayişi sağlamak amacıyla MÖ 39’da Pisidia, Phrygia Paroreios ve Kilikia’nın bir kesimini “kral” unvanı ile birlikte Galat aristokrat Amyntas’a verdi (Kaya 2011: 128). Kendisine verilen toprakları daha da genişleten Amyntas MÖ 37’de Galatia kralı oldu. Amyntas’ın krallığı kuzeydeki kendi ülkesi Galatia dışında Lykaonia, Phrygia, Isauria, Pisidia ve Pamphylia’nın bir kısmını içeriyordu. Amyntas MÖ 25’de Homonadlarla savaşırken ölünce vasiyeti üzerine Galatia Krallığı kesin olarak Roma’ya bağlandı ve aynı adı taşıyan bir eyalete dönüştürüldü ( Kaya 2011: 132).
            MS 72’de Vespasianus tarafından yapılan düzenleme ile Galatia eyaleti içinde yer alan Güney ve Batı Pisidia’nın büyük bir kısmı Lykia-Pamphylia eyaletine katıldı. Antonius Pius (MS 138-161) zamanında yapılan değişiklikten sonra da Galatia eyaleti asıl Galatia, Doğu Phrygia, Kuzey Pisidia, Paphlagonia ve Lykaonia’nın kuzeyinden ibaret kaldı. Bu durum Doğu Pisidia’nın MS 2. yüzyılın sonunda kısa bir süre Lykia-Pamphylia eyaletine katılması dışında Diocletianus zamanına (MS 284-305) kadar devam etti. Diocletianus zamanında, Pisidia, tarihinde ilk kez eyalet yapıldı. Sınırları değişmekle birlikte Pisidia eyaleti MS 395’de imparatorluğun ikiye ayrılmasına kadar devam etti ve o tarihte Doğu Roma İmparatorluğu’nun bir parçası oldu. (Özsait, 1985: 98, 100, 101, 102).
            Sosyal yaşama gelince, özellikle Galat aristokratları MÖ 1. yüzyılın sonuna kadar Helenistik yaşam tarzını benimsemiş bulunuyorlardı. Helen dilini konuşuyorlar ve oğullarına Helence adlar veriyorlardı. Sıradan Galatlar ise özellikle evlilik yoluyla Anadolu’nun yerli halkıyla karışmakla birlikte kendi yaşam tarzlarını ve dillerini sürdürüyorlardı (Yörükan, 2009: 132). Strabon’a (akt. Yörükan, 2009: 184  ) göre Keltçe MÖ 1. yüzyıla kadar tüm Galatia topraklarında birliği sağlamak için kullanıldı. MS 6. yüzyıla kadar nüfusun çoğunun konuştuğu başlıca dildi. Geç Antik Çağ’da bile Keltçe, Yunanca ile birlikte kullanılıyordu (Yörükan, 2009: 184). Ancak Keltçe hiçbir zaman yazı dili olmadı (Kaya, 2011: 283).

            2. BULGULAR VE TARTIŞMA

            2.1. Kelt Tanrıçası Muma
            Demir Çağı’nda diğer Avrupalılar gibi Keltlerin de çok tanrılı bir mitolojileri ve dini yapıları vardı. Romalılarla temasa geçtikten sonra yavaş yavaş onların inançlarını benimsedikleri ve daha sonra da Hristiyanlaştıkları için zamanla mitolojileri yok oldu. Ama iş bununla kalmadı: Bugün yaşayan Cornwall, Man Adası, Galler halkları, Britonlar, İskoçlar ve İrlandalılar dışındakiler dillerini de yitirdiler.
            Kelt tanrılarının araştırılması karmaşık bir konudur, zira her türden kanıt dolaylıdır ve dolayısıyla bir ölçüde bozulmuştur. Romalılar Keltlerin eski ibadet ve inançlarına pek karışmamakla birlikte Drüidlerin rahiplik yapmalarına ve insan kurban edilmesine yasak getirmişlerdir. Keltler yazı kullanmadıkları için eski inançlar, gelenekler ve efsaneler kutsal bilginin taşıyıcıları olan Drüidlerin ortadan kalkmasıyla yok olmuştur (Beck, 2009: 22). Kelt tanrılarına ilişkin elde bulunan bilgiler ise üç kaynağa dayanmaktadır: Bunlardan birincisi Antik Çağ yazarlarının metinleri, ikincisi erken Orta Çağ’da yerel dille (İrlandaca vb.) yazılmış eserler ve üçüncüsü de arkeoloji çalışmaları sonucu ortaya çıkarılan ibadet yerleri, adak yazıtları, heykel ve resimlerdir. Klasik yazarlar Keltleri barbar, inanç ve ibadetlerini ise ilkel olarak görmüşlerdir. Kelt mitolojisi ile ilgili bilgiler ya Romalılarca aktarılmış ya da MS 7. yüzyıldan itibaren Hristiyan keşişler tarafından yazıya dökülmüştür. Bulunan adak yazıtları ve tanrı tasvirleri ise Roma Dönemi'nden kalmadır (Beck, 2009: 22). Dolayısıyla bunların gerçeği tam olarak yansıttıkları söylenemez.
            Wikipedia’da verilen bilgilerden anlaşıldığına göre Muma (Muna,  Mona)  çok büyük doğaüstü güçlere sahip bir Kelt tanrıçasıdır. İrlanda’daki Munster eyaletinin isimlendirilmesine esin kaynağı olmuştur (“Muma (Celtic goddess).”).
            Munster eyaleti İrlanda’nın güneyinde yer almaktadır. Bu bölge MÖ 5. yüzyılda Britanya’dan gelen ve sonradan Érainn adını alan İverni kabilesi tarafından işgal edildi (“O'Rahilly's historical model.”). T. F. O'Rahilly’e göre bu kabile Galya ve Britanya’nın tarihi Belgae halklarıyla aynıydı ve İvernic denilen Britonik bir dil konuşuyordu (“Iverni .”). İrlanda mitolojisinde, farklı halklar tarafından yönetilen her eyalet ayrı bir tanrı tarafından temsil ediliyordu. Érainn halkının yaşadığı Munster eyaletinin temsilcisi, koruyucusu ve patroniçesi de yer tanrıçası Mór Muman’dı (Beck, 2009: 243).
            Munster’a, kaynaklarda Muma, Mumha, Mumu, Muinhneach, Mumhain ve Mumhan (“Munster.”; “Tribes & Territories,”) gibi benzer adlar verildiği gibi Mór Muman’a da Mór Mumhan ya da Mór Mumain (“Mór Muman.”) denilebilmektedir. Mór Muman İsmi, “Olmsted’in söylediği gibi ‘Büyük Ana’ değil, Ó hÓgáin’ın açıkladığı gibi ‘Büyük Besleyici’ anlamına gelir. Mumain ‘anne’ anlamına gelen muman sözcüğüyle değil, ‘besleyici’ anlamına gelen mumu ya da mumhain sözcüğüyle ilişkilendirilmelidir.” (Beck, 2009: 139). Mór Muman aynı zamanda bir tamlamadır. Muman, Mumu’nun (Munster)  –in halidir. (“mumu.”) Dolayısıyla Mór Muman,  Mumu’nun yani ‘Munster’in Büyüğü’ dür. Onu tıpkı toprak gibi doyuran, koruyan ve yöneten bir yer tanrıçasıdır (Beck, 2009: 139). Munster eyaleti adını ondan almıştır. Başındaki Mór sıfatı en eski yer tanrıçalarını belirttiği için tapınımının çok eskilere dayandığı ve bölgeyi iskân eden Érainn halkı ile birlikte ortaya çıktığı söylenebilir (Beck, 2009: 245).
            Mór Muman da diğer yer tanrıçaları gibi maceralarını anlatan çeşitli hikâyelerde tahta çıkan ya da krallarla çiftleşen biri olarak tasvir edilir. Bu da onun hükümranlık halini çağrıştırır (Beck, 2009: 243). Bir 10. yüzyıl metni, Mór Muman’ı Munster’ı yöneten Eóganacht kabilesinin iki büyük kralı ile evlenen 7. yüzyılın başlarında yaşamış tarihi bir kraliçe olarak gösterir. Bu, iktidardaki kralla evlenen yer tanrıçası motifinin sık görülen bir örneğidir (Beck, 2009: 245).
            Mór Muman karakteri çeşitli halk hikâyelerinde varlığını sürdürmüş ve Munster eyaletindeki bazı yerlerle ilişkilendirilen birkaç doğaüstü kadın karakterinde yaşamaya devam etmiştir. Beara Yarımadası ile ilişkilendirilen Cailleach Bhéarra (Beara Cadısı), genellikle yer tanrıçasının karanlık yönünü temsil eden yaşlı ve kötü bir kadın olarak karakterize edilmiştir (Beck, 2009: 246). Muma, ayrıca, kayıp çocukların koruyucusu olarak da peri masallarında yerini almıştır (“Muma (Celtic goddess).”).
            Dictionary of American Family Names (Hanks, 2013) adlı sözlükte “muma” adının Rumence ana anlamına gelen “mama”nın eski şekli olan “muma”dan geldiği ifade edilmiştir. Gerçekten de “Ormanın Anası” anlamına gelen Muma Pădurii adlı bir Rumen peri masalı vardır. Bu masalda Muma Pădurii yaşlı ve çirkin bir kadın kılığına girmiş ormanın ruhudur. Zaman zaman biçimini değiştirme yeteneğine sahiptir. Ormanda karanlık, ürkütücü, gizli, küçük bir evde yaşamaktadır. Ormanın bu üvey annesi,  küçük çocukları kaçırmakta ve tutsak etmektedir. Bir gün, küçük bir kız çocuğunu diri diri çorbada kaynatmaya kalkar, fakat küçük kızın erkek kardeşi,  Muma Pădurii’nin oyununu bozar ve canavar kadını ocağın içine iter. Böylece, tutsak çocuklar serbet kalırlar ve evlerine dönerler.  (“Muma Pădurii.”).        
            Bu masalda Muma Pădurii doğaüstü güçlere sahip olmakla birlikte koruyucu değil, tam aksidir. Oysa Slav mitolojisindeki Muma Padura, Romanya ormanlarının iyi kalpli bir perisidir ve kayıp çocukları kurtarmaya yardım eder (Sykes, 2002: 133). Burada iki zıt karakter söz konusudur. Yer tanrıçası Mór Muman ya da kısaca Muma’nın biri aydınlık, diğeri karanlık iki yüzü olduğu düşünülürse bu durumun yadırganacak bir tarafı yoktur. Bundan dolayı Kelt tanrıçası Muma ile peri Muma Pădurii arasında bir ilişkinin bulunduğu ve Kelt tanrıçası Muma’nın, Muma Padurii karakteri ile Balkan folklorunda yaşamaya devam ettiği ileri sürülebilir.  Tanrıça Muman’ın başındaki Mór sıfatının en eski yer tanrıçalarını belirtmek için kullanıldığını, o nedenle tapınımının çok eskilere dayandığını ve MÖ 5. yüzyılda İrlanda’nın güneyini iskân eden Érainn halkı ile birlikte ortaya çıkmış olabileceğini (Beck, 2009: 245) daha önce belirtmiştik. Buradan hareketle onun, henüz Gallia Belgica’dayken de Érainn halkının bir tanrıçası olduğu ve doğuya olan göçlerle Balkanlar’a ve Anadolu’ya yayılmış olabileceği düşünülebilir. Ancak kesin bir şey denemez.

            2.2. Muma Aile Adı-Kelt İlişkisi
            İnsanların atalarını bulmalarına ve tanımalarına yardımcı olmak üzere hazırlanmış Ancestry.com adlı bir web sitesi var.  Ta 1700’lerden günümüze kadar üretilmiş binlerce belgenin toplanıp incelenmesiyle hazırlanmış olan bu sitede “muma” soyadlı birçok insanla ilgili bilgilere ulaşılabiliyor.
            Mumma ve benzeri 18 soyadına sahip insanlara adanmış bir web sayfası da var (“The Mumma-Moomaw-”).  Bu soyadları şunlardır: Mewmaw, Moma, Momma, Mooma, Moomau, Moomaw, Moomaugh, Mughmaw, Muma, Mumah, Mumau, Mumaugh, Mumaw, Mumma, Mummah, Mummau, Mummaugh ve Mummaw. Bunların en yaygınları Muma, Mumma, Mumaw ve Moomaw’dır.  Sayfanın amacı bu soyadlarını araştıran kimseler için bir çekim merkezi oluşturmak, ölü ya da diri bu soyadlarını taşıyanlar hakkında bilgi toplamak, varsa bunlar arasındaki akrabalık ilişkilerini ortaya çıkarmaktır. Şimdiden Mumma veritabanı eşleriyle beraber 75500 Mumma soyundan gelen kişi içeriyor. Arşiv ise vasiyetname ve mezarlık kayıtları gibi belgeleri ve konuyla ilgili çeşitli öyküleri barındırıyor. Ayrıca sonuçlanan ve devam eden DNA projeleri de var.
            Bu insanlar binlerce yıl önceki atalarının değil, nispeten daha yakın atalarının peşindeler. Sitede verilen bilgiye göre Avrupa’dan Amerika’ya ilk gelen Mumma’lar Jacob, Leonard and Peter Mumma’dır. Amerika’ya geliş tarihleri sırasıyla 1731, 1732 ve 1748’dir. Yapılan DNA araştırmaları bunların kardeş değilse bile yakın akraba olduklarını göstermiştir. Ayrıca Amerika’daki Mumma’larla 1500’lü yıllardan beri Almanya’nın Aachen-Stolberg bölgesinde yaşayan Momma’ların yakın akraba oldukları saptanmıştır. (“The Mumma DNA.”).
            Demir Çağı’nda Aachen bölgesinde Keltler yaşıyordu. Keltleri bu sulak bölgeye çeken oradaki kükürtlü sıcak su kaynaklarıydı. Keltler bu kaynakların başında ışık ve şifa tanrısı Grannus’a tapınıyorlardı. Zaten Aachen’in Romalılar zamanındaki adı Aquae granni idi. ‘Grannus’un suları’ anlamına gelen bu isim, ona şifa tanrısı Grannus’a dayanılarak verilmişti. (“Aachen.”).  
            Bu konuyu geçmeden önce, Mumma soyadı grubunun erkeklerinin Keltlerle aynı haplogruba (R1b) girdiklerini de belirtelim (“The Mumma DNA.”).  

            2.3. Yenişar-Muma Köyü-Kelt/Galat İlişkisi
            Keltlerin Anadolu’ya geçişlerine, kardeşi Zipoetas’la olan savaşında kendisine yardım etmeleri için, Bithynia Kralı I. Nikomedes’in yardım ettiğini söylemiştik. Nikomedes fethettiği toprakların bir kısmını Galatlara verir. Fakat Galatlar, sonradan Galatia olarak adlandırılan bu topraklara hemen yerleşmezler. Nikomedes’in tahtını sağlamlaştırdıktan sonra, eşleri ve çocuklarıyla birlikte Batı Anadolu’yu talana yönelirler. Toros Dağları’nın batısında ve kuzeyinde öyle bir dehşet saçarlar ki herkes onların isteklerine boyun eğmek zorunda kalır. Kırsal bölgeleri talan edip kent devletleri haraca bağlarlar. Onlara galatika denilen haracı ödemeyi reddeden ilk kişi Bergama prensi Attalus olur. Attalus, MÖ 241’de yapılan büyük bir savaşta Galatları yenerek kral ünvanını alır. MÖ 230’da Galatları bir defa daha yenilgiye uğratır. Kimi kaynaklar, Galatların MÖ 268’de Suriye Kralı I. Antiokhos’la yaptıkları Filler Savaşı’nı kaybettikten sonra Kızılırmak dolaylarındaki yurtlarına çekildiklerini ileri sürseler de, Pausanias (akt. Kaya, 2012: 12), onları Galatia’ya çekilmeye Bergamalıların zorladığını söyler. Ancak Galatia’ya çekildikten sonra bile komşularını yağmalamaya ve MÖ 190 yılında Suriye Kralı III. Antiokhos ile Romalılar arasında geçen Magnesia (Manisa) Savaşı’na kadar müthiş bir güç olmaya devam ederler. Ve ancak General Manlius’un Galatia seferinden sonradır ki ister istemez Anadolu’yu kasıp kavurmaktan vazgeçmek zorunda kalırlar. Yine de Bergama Kralı Eumenes için baş belası olmayı sürdürürler. Romalılarsa bu duruma göz yumarlar, hatta alttan alta kışkırtırlar, çünkü MÖ 188 yılında imzalanan Apameia (Dinar) Barış Antlaşması ile Galatları Bergama Krallığı'na bizzat kendileri bağımlı hale getirmiş olsalar bile üstün yetenekleri olan Eumenes’in onlar üzerinde tam bir egemenlik kurmasını kendi çıkarları bakımından istemezler.
            Yaklaşık bir yüzyıl boyunca Batı Anadolu’yu diken üstünde tutan Galatların Romalılar tarafından feci şekilde yenilmeleri, Doğu’da Romalıların sesini daha çok duyurur ve hatta onların Anadolu’ya egemen olmalarına Suriye Kralı III. Antiokhos’a karşı kazandıkları zaferden daha çok katkıda bulunur. Galatlar, o zamana kadar gerek yağma amacıyla gerekse çeşitli krallıkların hizmetinde paralı asker olarak Anadolu’da at koşturdular. Bergama Krallığı'na bağımlı iken bile zaman zaman ona karşı başkaldırdılar. MÖ 169-166 arasında meydana gelen başkaldırılarında, Pisidia’daki Amblada kentine kadar ülkelerinin güneybatı ve batısındaki çok geniş bir alanda dehşet saçtılar (Kaya, 2011: 94).
            Apameia Barışı ile Bergama’ya bırakılan Amblada, Seydişehir ilçesi, Kızılca köyündeki Asar Dağı’nda bulunuyordu. Buranın Muma köyünün bulunduğu Yenişar’a uzaklığı sadece 50 km civarındadır. O nedenle Galatların Yenişar’ı yakından tanımış olmaları ve koşullarının uygunluğu nedeniyle bazı kabilelerin orayı yurt olarak seçmiş bulunmaları oldukça mümkündür.  Zaten Bergama Krallığı hiçbir zaman Pisidia’nın kırsal kesimlerinde otorite kuramamış, kentlerden aldığı vergilerle yetinmiştir (Özden, s.6). Dolayısıyla istedikleri takdirde daha önceki dönemlerde olduğu gibi Bergama’ya bağımlı hale geldikten sonra bile Galat kabilelerini Yenişar gibi ücra bir yere yerleşmekten alıkoyacak hiçbir güç yoktu. Üstelik Galat kabileleri arasındaki birlik sıkı olmayan, gönüllülüğe dayanan bir birlikti. Kabileler çoğu zaman kendi seçimlerini kendileri yapabiliyorlardı (Kaya, 2011: 254).
            Galatia iki yüzyılı aşkın bir süre tetrarklar (Galat boylarının beyleri) tarafından yönetilmiştir. Daha sonra, MÖ 59’da, Roma’nın himayesinde bir krallık haline gelmiş, Kral Amyntas’ın ölümü üzerine de MÖ 25’de kesin olarak Roma’ya bağlanarak aynı adı taşıyan bir eyalete dönüştürülmüştür ( Kaya 2011: 132). Konumuz açısından önemli olan dönem yaklaşık iki yüz elli yıllık bu dönemdir. Galatlar bu dönemde bazen topraklarını büyüttükleri bazen de kaybettikleri için Galatia bölgesinin sınırları devirlere göre büyük değişim göstermiştir.  Bizi ilgilendiren daha ziyade güney sınırlarındaki değişmedir. Yörükan’a  (2009: 135) göre Tektosagların MÖ 2. ve 1. yüzyılda Lykonia ve Pisidia’nın bir kısmını topraklarına katmak suretiyle güneye doğru genişlemiş olmaları mümkündür.  Ancak en önemli genişleme MÖ 39’da Pisidia, Phrygia Paroreios ve Kilikia’nın bir kesiminin  “kral” unvanı ile birlikte Roma tarafından Galat aristokrat Amyntas’a verilmesi (Kaya 2011: 128) ve MÖ 37’de Amyntas Galatia kralı olunca bu toprakların krallığın bir parçası olmasıyla ortaya çıkmıştır. Böylece Yenişar da Galatia Krallığı içinde yer almıştır (Şekil 3). Şayet Galatlar Yenişar’a Anadolu’da rahatça at oynattıkları daha önceki dönemlerde işgal yoluyla yerleşmemişlerse Amyntas’ın krallığı sırasında ve hatta krallığın Roma’ya bağlanıp bir eyalete dönüştürülmesinden sonra da oraya yerleşmiş olabilirler. Zira “MÖ 1. yüzyılın ikinci yarısında Galatların egemenlik sınırları Kapadokya’nın batısındaki yaklaşık olarak bütün orta Anadolu’yu içine almıştı. Dolayısıyla Galatların, Roma Dönemi'nde Galatya eyaletinin büyük bir kesimine dağılmış olmaları gerekmektedir. Nitekim tetrarklar soyundan gelen kimi Galatların Romalılar tarafından Galatya dışındaki bazı kentlere hükümdar olarak atandıkları bilinmektedir.” (Kaya, 2011: 283).
            Galatların Anadolu’ya gelişleri Avrupa’daki La Tène B Dönemi'ne rastlar, o nedenle Anadolu’da La Tène ya da benzeri tarzda metal eşyaların bulunması beklenir. Ne var ki şimdiye kadar sadece bu tarzda yapılmış 4 bilezik ile 20 fibula (giysileri tutturmaya yarayan iğne) bulunmuştur (Cunliffe, 1999: 180). Bunların da çoğu Galatia’da değil, akınlar yaptıkları ya da paralı asker olarak savaştıkları Çanakkale, Bergama, Piriene (Güllübahçe/Söke), Mersin, Andırın, Pazarcık, Kahramanmaraş, Kayseri ve Sinop civarlarında bulunmuştur (Yörükan, 2009: 139). 4 La Tène tarzı bilezikten birinin bulunduğu yer de Muma’nın içinde yer aldığı Pisidia bölgesindeki bugünkü Isparta dolaylarıdır.  MÖ 3. yüzyıla ait bu bilezik, Galatların, Anadolu’ya gelişlerinden itibaren Isparta yöresinde de at koşturduklarını gösterir. Bulunan az sayıdaki La Tène tarzı metal eşyanın çok geniş bir alana yayılması ise Galatların sanıldığından daha geniş bir alanda akınlar yaptıklarının ya da paralı asker olarak


Şekil 3: MÖ 31'de Galatia Krallığı ve Muma’nın yeri

savaştıklarının kanıtıdır.  Söz konusu eşyalar (Şekil 4) göç sırasında getirilmiş, ata yadigârı olarak saklanmış ve ölülerle birlikte gömülmüş olmalıdırlar (Yörükan, 2009: 139). 


 Şekil 4: Anadolu’da La Tène tarzı madeni eşyaların bulunduğu yerler (Darbyshire vd., 2000: 76)

            Yenişar’ı çevreleyen dağlarda Antik Çağ’dan kalma büyüklü küçüklü 10 adet kale vardır (Şekil 5). Karaca (2006: 22), bu kalelerin birbirleriyle uyum içinde olduklarını ve tüm


Şekil 5: Yenişar'daki tarihi yerler ve kaleler (Karaca, 2006: 230)

bölgeyi kontrol edebilecek konumda bulunduklarını belirtmektedir. Halen harabe halindeki bu kaleler şunlardır:
            “Mındıras (Eğrinas): Beyşehir Gölü kıyısında, Kubad Abad Sarayı’na 2 km mesafede bulunan, [göl suyunun seviyesine göre] bazen ada, bazen de yarımada görünümündeki Mındıras Kalesi 1213 m yükseklikte bir tepe üzerinde kurulmuştur…”
            “Kestel: Yenişarbademli’nin 6 km batısında, 1426 m yükseklikte kurulan bu kalenin… çevresinde geniş yerleşim birimleri vardır.”
            “Kaledos ya da Geledos: Yenişarbademli’nin 5 km batısında, 1775 m yüksekliktedir…”
            “Asar ya da Kaletepe: Kurucaova kasabasının bitişiğinde olan bu kale 1279 m yüksekliktedir…”
            “Doğdu: Yenişarbademli’nin 4 km kuzeyinde, 1495 m yüksekliktedir…”
            “Ortatepe: Yenişarbademli’nin 1 km kuzeyinde,  1200 m yüksekliktedir.”
            “Dede: Yenişarbademli yerleşim yeri içinde, 1200 m yüksekliktedir.”
            “Maltepe: Yenişarbademli’nin 2 km batısında, 1250 m yüksekliktedir. Ayrıca… güney yönünde genişçe bir yerleşim yeri mevcuttur.”
            “Aktepe (Gavurharmanı): Yenişarbademli’nin 15 km kuzeyinde, 1700 m yüksekliktedir.”
            “Çataltepe (Akropol): Yüksek şehir anlamına gelen Akropol, Yenişarbademli’nin 2 km kuzeyinde, 1490 m yükseklikte, yöreye hâkim bir tepe üzerinde kurulmuştur. Surlarla çevrili olan bu kalenin içinde mevcut ikinci bir tepe üzerinde başka bir kale mevcuttur. Kale içinde 200-300 hanelik bir yerleşim birimi kaleyi tamamlar…”  (Karaca 2006: 22-23).
            Galatia’daki yerleşmeleri inceleyen Yörükan (2009: 146-147) bunları dört gruba ayırır:
             Birinci grubu müstahkem yerleşmeler oluşturur. Tavion, Gordion ve Ulus/Ankyra başlıca müstahkem yerleşmelerdir. Bu gruptaki yerleşmelerin çoğu ana ticaret yolları üzerinde olup Galatların gelişlerinden önce de oturulan yerlerdir. Daha küçük yerleşmeler bazı hallerde kalelere komşu ya da tarım arazilerinin yakınındadırlar.
            İkinci grup, tahkim edilmemiş olan ve köy olarak adlandırılabilecek yerleşmeleri içerir.
            Üçüncü grup, yakınlarında herhangi bir yerleşme belirtisi olmayan kalelerden ibarettir. Bunlar muhtemelen güvenliği sağlamak amacıyla kurulmuşlardır.
            Çiflikler dördüncü grubu oluşturur, ancak olmadıklarından değil, araştırma eksikliğinden onlarla ilgili fazla bir kanıt yoktur.
            Ana ticaret yollarının dışında, nispeten ücra bir yerde olması nedeniyle Yenişar’da henüz bilinen kent diyebileceğimiz bir yerleşme olmamakla birlikte ovada kurulmuş Muma gibi tahkimatsız bir köy ile ovayı saran dağların yamaçlarında yukarıda adlarını saydığımız, bazılarının içinde ya da yakınında yerleşmelerin olduğu kaleler mevcuttu. Bu kaleler, bir bütün olarak dikkate alındıklarında, daha önce de belirtildiği üzere, birbirleriyle uyumlu ve bölgeyi kontrol edebilecek konumdaydılar. Muma köyü, tahkim edilmemiş olmakla birlikte, belli ki bu kalelerin gözetimi ve koruması altındaydı (Şekil 6). Galatlar için kentlerin oluşumu çok önemli bir husus değildi, çünkü onlar çoğunlukla sahip oldukları köylere hâkim olan kalelerin içinde ya da etrafında yaşıyorlardı (Maggie, 1950: 455). Gordion, Tavion ve Ankyra gibi kentleri de onlar kurmamışlardı. Bu kentler onlardan önce de var idiler. Dolayısıyla Antik Çağ’da Yenişar’ın yerleşme düzeni, o zamanki Avrupa ve Galatia’daki diğer Kelt/Galat yerleşmelerine benziyordu.



Şekil 6: Kaledos’tan Muma’nın görünüşü 


            Keltlerin yerleşmek için aradıkları her şey Yenişar’da vardı. Göçebe olan Keltler yerleşmek için ücra yerleri seçiyorlar (Mitchell, 1974; akt. Yörükan, 2009: 190) ve daima yüksek yerleri arıyorlardı. Bu askeri olduğu kadar ve hatta daha çok, göğe doğru yükselen, şimşeği çeken, göğün verdiklerini alan her şeyi kutsallaştırmalarından ileri geliyordu (Lequenne, 1991: 59). Keltler, yerin altında başka bir dünyanın olduğuna inanıyorlardı. Oraya bir mağara ya da delikten ulaşılabilirdi. Yaşadıkları coğrafyaya göre bu öteki dünya, uzak adalarda ya da bir gölün, nehirin ya da denizin suları altında da olabilirdi (Anwyl, 1906: 22, 60, 61, 63, 67). Dolayısıyla Yenişar, Keltler için sanki iki dünyanın birleştiği eşine az rastlanır bir yerdi.
            Ana yollardan uzak olmakla birlikte Yenişar dış dünyadan bütünüyle kopuk da değildi. “Günümüzde kıyıdan giden Kurucaova-Neapolis (Şarkikaraagaç-Kıyakdede) yolu Cumhuriyet Dönemi’nde açılmıştır. Daha eskiden Neapolis’e giden yolun Yenişarbademli-Gedikli arasında kalan 15 kilometresi Karalis [Beyşehir] Gölü kıyısından değil, dağların arasından geçmekteydi. Bunların yanı sıra Gelendost-Sarıidris ile Gedikli arasında yer alan eski göç yolunun varlığı, Karalis Gölü’nün batı kıyısı toplumları ile Ouramma toplumları arasında bir ilişki olduğunu göstermektedir.” (Arslan, 2011: 101). Ouramma, Tymbrias (Isparta/Aksu) bölgesinden Apollonia’ya (Uluborlu) kadar olan alanın Hellenistik Krallık Dönemi'ndeki adıdır (Ramsay; akt. Büyükgün, 2006: 71). Keltler/Galatlar Yenişar’a yerleşmişlerse onların, Gedikli-Sarıidris-Gelendost göç yolunu kullanarak sadece “Ouramma toplumları” ile değil, fakat daha ziyade Galatia’daki soydaşları ile temas kurdukları söylenebilir. Zaten Galatia’nın güney sınırı tarihi boyunca birçok değişikliğe uğramış, hatta çoğu zaman belirsiz kalmıştır.
            Daha önce belirttiğimiz gibi Yenişar’da bulunan kalelerden ikisinin adı Kestel ve Kaledos’tur. Halen yaşayan Kelt dillerinden biri olan Bretoncada kestell ya da kastell “kale, şato” anlamına gelmektedir (“kastell.”). Yine Bretoncada kalet “sert, katı; çetin” (“Kalet.”), kaledus “sağlam, dayanıklı”  (“kaledus.”) anlamındadır.
            Bretoncadaki kalet sıfatı, halen yaşayan ve Keltçeden türeyen diğer dillerde caled, cales, calad, caleto- biçimlerinde ifade edilmekle birlikte aynı anlama gelmektedir (“Kalet.”). Romalılar bugünkü İskoçya’ya, orada yaşayan Caledones kabilesinden dolayı Caledonia adını vermişlerdi. Zimmer’e (akt. “caledonia.”) göre Caledones, “sert ayaklar” anlamına gelmektedir (“Caledonia.”).
Caletes ya da Caletos da tıpkı Caledones gibi bir Kelt kabilesinin adıdır.  Caletes, yani  “sert/katı insanlar” kabilesi,  Seine Nehri’nin kuzeyinde, şimdiki Normandiya’da yaşıyordu ve Belgae (Belçika) konfederasyonuna dâhildi (“Caletes.”).
            Caletos aynı zamanda Merkür [Roma’nın ticaret ve sanat tanrısı] ile özdeşleştirilen en önemli Kelt tanrılarından biriydi (Anwyl, 1906: 39).
            Kastel ya da kestel Türkiye’de olduğu gibi Avrupa’da da yer adı olarak kullanılıyor. Ancak Avrupa’da soyadı olarak da kullanılan bu isimler Latince castellum’dan geliyor olabilir. Kaledos ise Keltçe bir sözcük gibi görünüyor. Zira kal- kökü Ön-Kelt dilinde de vardı (“caledonia.”) ve Bretoncadaki kalet gibi “sert, katı; çetin” anlamlarına geliyordu.
            Karaca’ya (2006: 22) göre Kaledos Kalesi’ne bu isim,  I. Mesud tarafından, 1142’de, yerli Rumlar ile göçebe Türkmenlerin dostça yaşamalarından dolayı verilmiş olup “Dost Kalesi” anlamındadır. Ancak bu dayanaktan yoksun bir iddiadır.  Zira I. Mesud’un Yenişar’a gittiğine dair herhangi bir belge yoktur.
            Kaledos Kalesi’ne Geledos ya da Kaledost da denmektedir. Kanımca bunlar yöre halkının yakıştırmalarıdır. Tıpkı Galandos’a Gelendost, Agalassos’a Ağlasun denildiği gibi.
            Ancak tarihi açıdan bakıldığında da Kaledos Kalesi’nin adını Kelt kabilesi Caletes ya da Caletos’tan almış olma olasılığı vardır.
            Caesar, Keltlerin yaşadığı Gallia’yı üç bölgeye ayırmıştır (Şekil 7): Belgica, Celtica ve Aquitania. Rhenus (Rhein Nehri)  ile Sequana (Seine Nehri) arasındaki bölgeye Belgica, halkına Belgae; Sequana’dan Garumna’ya (Garonne Nehri) kadar olan bölgeye Celtica, halkına Celtae; Garumna ile Pyrenæan (Pirene) Dağları arasındaki bölgeye Aquitania ve halkına ise Aquitani denmiştir (“Gallia Celtica.”). Bu üç bölgede yaşayan halklar arasında lehçe farklılıkları mevcuttu (Strabon; akt. Mac Congail, 2007: 297). Ayrıca Belgae halkı, Rhein Nehri’nin ötesindeki Germen halklarıyla da temas halindeydi


Şekil 7: Sezar zamanında Galya


            Küçük Asya’ya geçen Tectosages kabilesi adını Celtica’daki kabileden almıştır (Strabon; akt. Mac Congail, 2007: 299). Daha önce belittiğimiz gibi Küçük Asya’ya onlardan başka iki kabile daha geçmiştir: Trokmeler ve Tolistobogiler. Aslında bunlar adlarını önderlerinden almışlardır (Strabon; akt. Mac Congail, 2007: 299). Dolayısıyla bunların gerçek birer kabile olmayıp değişik kabilelere mensup insanlardan oluştukları söylenebilir. Bununla birlikte bu üç grup, yani Tectosaglar, Trokmeler ve Tolistobogiler arasında herhangi bir ırk ve dil farkı görülmemektedir. Her üçü de aynı dili konuşmaktadırlar (Strabon; akt. Mac Congail, 2007: 299). Ayrıca Volcae Tectosagların kendilerine Belgae Tectosages dediklerini de biliyoruz  (Ausonius;  akt. Mac Congail, 2007: 297. O hâlde bütün bunlardan, yani Tektosagların bir Belgae kabilesi olduğu ve üç grup arasında herhangi bir farkın bulunmadığı gerçeğinden hareketle, Trokmelerin ve Tolistobogilerin de Belgae oldukları sonucuna ulaşabiliriz (Mac Congail, 2007: 299).
            Öte yandan, Aziz Jerome (MS 347-420), Aziz Pavlus’un Galatyalılara Mektup’una yazdığı önsözde Belgica’daki Treveri kabilesinin dilinin Galatyalılarınkiyle aynı olduğunu söyler. Jerome, hem Treveri kabilesinin merkezi Augusta Treverorum’u (Almanya’da Trier kenti) hem de Galatia’yı ziyaret ettiği için bu konuda ilk elden bilgi sahibidir. Galatyalıların bir Belgae olan Treveri kabilesiyle olan dil ortaklığı onların da Belgae olduklarını gösterir. Mediomatrici, Leuci, Remi, Suessiones, Catuvellauni, Mekli, Parish, Silvanectes, Veliocasses, Bellovaci, Caleti, Ambiani, Atrebates, Morini, Adatuci, Eburones diğer Belgae kabileleridir (Mac Congail, 2007: 295).   Dikkat edilirse Belgae kabileleri arasında Caleti/ Caletes/ Caletos kabilesi de bulunmaktadır. Küçük Asya’ya göç eden Trokme ve Tolistobogilerin gerçek birer kabile olmadıklarını, adlarını önderlerinden aldıklarını ve değişik Belgae kabilelerine mensup gruplardan oluştuklarını daha önce belirtmiştik. Bu gruplar arasında Caletes/Caletos kabilesine mensup olanlar da bulunabilir ve bunlar Yenişar’a yerleşmiş ve orada kurdukları bir kaleye kabilelerine atfen Caletos ismini vermiş olabilirler. Caletos’un kaledos’a nasıl evrildiğine gelince, bunu açıklamaya bile gerek yoktur, zira iki sözcüğün söylenişi neredeyse aynıdır.

            2.4. Çin, Sibirya ve Moğolistan’daki Muma, Moma, Mumo Yer Adları
            20. yüzyılın başlarında Sven Hedin, Albert von Le Coq ve Sir Aurel Stein gibi Avrupalı kâşifler Orta Asya’da eski eser ararlarken doğal koşullarda kuruyarak mumyalaşmış insan cesetlerine rastladılar. Daha sonra, çoğu Tarım Havzası’nın doğu ve güney tarafında olmak üzere birçok mumya daha bulundu (“Tarim mummies.”). MÖ 1800 ila milattan önceki ilk yüzyıllara tarihlenen ve halen Sincan’daki (Doğu Türkistan) Urumçi Müzesinde sergilenen bu mumyaların, özellikle en eskilerinin, beyaz ırka mensup oldukları ve muhtemelen Hint-Avrupa dilleri konuştukları iddia edilmektedir (“Tarim mummies.”).
            Bugün Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde başta Uygurlar olmak üzere ‘47 değişik etnik grup yaşamaktadır.’ (Mallory ve Mair; akt. Kaufman, 2011: 2). Uygurlar Tarım Havzası’na Moğolistan’daki Orhun Uygur Kağanlığı’nın MS 840’da Kırgızlar tarafından yıkılmasından sonra gelmişlerdir. Bu tarihten önce Tarım Havzası’nın doğusunda Toharlar, batısında Sakalar yaşıyordu. Hint-Avrupalı olan Toharlar, Toharca denilen, Kelt dilleriyle akraba olduğu öne sürülen bir dil konuşuyorlardı (Coonan, 2006). Uygurlar geldikten sonra bu dil kayboldu ve yerini Uygurcaya bıraktı. Ancak Toharca yazılmış bazı el yazması eserler günümüze dek ulaşabildi (“Tocharians.”).
            Tarım mumyaları, çeşitli bilimsel çalışmalara konu olduğu gibi bir süre yazılı ve görsel basında da önemli bir yer işgal etmiştir. Coonan (2006), 2006 yılında The Independent gazetesinde yayınladığı “Uygarlıklar Buluşması: Çin’in Kelt Mumyalarının Esrarı” başlıklı bir makalesinde, Keltlerin yayılma alanının MÖ 300 civarında batıda İrlanda’dan İspanya’nın güneyine, oradan İtalya’daki Po Vadisi’ne ve muhtemelen Polonya ve Ukrayna’nın kimi kesimlerine ve doğuda orta Anadolu’ya kadar uzandığını belirtikten sonra, Tarım mumyalarının, sanki Keltlerin daha ileri giderek Orta Asya içlerine kadar sızdıkları ve neredeyse Tibet’e kadar ilerledikleri hissini verdiklerini yazmıştır. Ancak Horvath (2000: 51), The Tarim Mummies: Ancient China and the Mystery of the Earliest Peoples from the West adlı kitab üzerine yazdığı eleştiride, bu kitabın yazarları Mallory ve Mair’in bile geç Tunç Çağı’nda Batı Avrupa’dan Tarım Havzası’na doğrudan göçlerin dayanağının bulunmadığını kabul ettiklerini belirtmiştir. Yani Avrupa’dan Orta Asya’ya herhangi bir Kelt göçü söz konusu değildir. Söz konusu olan Hint-Avrupalı kabul edilen Toharlar, Wu-sunlar ve Yüe-çiler gibi halkların oraya nasıl geldikleridir. Bunun için çeşitli kuramlar ortaya atılmıştır. Bunlardan en çok benimsenen kurama göre Pontus-Hazar bölgesi Hint-Avrupalıların anayurdudur. Mallory (2002: 256), MÖ 4. binden itibaren Hint-Avrupalıların buradan doğuya doğru yayılmaya başladıklarını ve bu göçün, Hunlar gibi Türkçe konuşan halklar tarafından tersine döndürülmesine kadar, binlerce yıl devam ettiğini ileri sürmüştür. Yazılı kaynaklara göre Hint-Avrupalıların doğuda ulaştıkları en uzak yer Çin’in kuzeybatısındaki Gansu bölgesidir. Buralarda yaşayan Yüe-çiler, önce MÖ 203’de Hun şanyüsü Mo-tu (Mete) tarafından, daha sonra da MÖ 174-160’daki iktidarı döneminde oğlu Lao-shang tarafından yenilmişlerdir. İkinci yenilgiden sonra Yüe-çilerin büyük bölümü batıya doğru göç etmek zorunda kalmış, küçük bir kısmı ise geride kalarak Tibetlilere karışmıştır (Ögel, 1957: 250). 
            Yukarıdaki açıklamalardan Orta Asya ve Sibirya’da bulunan Muma ve Moma yer adlarıyla Keltler arasında herhangi bir ilişkinin olamayacağı sonucu ortaya çıkmaktadır. Ama yine de bu isimlerin oralarda ne anlama geldiklerini merak edip o yönde araştırmayı sürdürdüm.
            Çin’de Muma adında iki nehir tespit ettim. Bunlardan biri ülkenin kuzeyindeki Yangtze Nehri havzasında bulunan Han Nehri’nin bir koludur. Tamamen Shaanxi eyaletine bağlı Xixiang ilçesi sınırları içerisinde doğar ve akar (“Muma River.”). İkincisi ise Shanxi eyaletinin Dingxiang ilçesindedir.
            Şimdi, Çincede “muma” sözcüğü ne anlama gelmektedir, ona bakalım:
            Çince tek heceli bir dildir, her sözcük bir heceden oluşmaktadır. Ancak birleşik sözcüklerde hece sayısı artmaktadır. Çincede Muma Nehri, Latin harfleri ile mù mǎ hé şeklinde yazılmaktadır. Buradaki “tahta, odun, ağaç”, “at”, ise “nehir” anlamına gelmektedir. O halde, mù mǎ  “tahta at, atlama beygiri, atlıkarınca, truva atı” gibi anlamlar taşır (“muma.”). Muma”nın anlamını şu şekilde çıkarmak da mümkündür: Bir at çobanının yaşamını konu alan Mù mǎ Rén adlı  1982 yapımı bir Çin filmi vardır. Burada rén “adam, insan” yani “çoban” olduğuna göre mù mǎ da “at” anlamına geliyor demektir. Mù mǎ Rén’in İngilizce karşılığı “herdsman of horses”dir.
            “At” eski Çincede mog, orta Çincede mea biçiminde iken, yeni Çincede, yani 13. yüzyıldan sonra,    biçimini almıştır (Chang, 1988: 37). Dolayısıyla “Muma” ismi ancak bu tarihten sonra verilmiş olabilir.
            Shanxi eyaletinin Dingxiang ilçesindeki Muma Nehri’nin Tang Dönemi'ndeki  (618-907) adının Dingxiang olduğunu tespit ettim (“Shatuo Turks.”). Ancak bu nehire Muma adının kesin olarak ne zaman verildiğini bulamadım.
            Sözünü ettiğim iki nehirden başka, “Muma” adı taşıyan Sichuan eyaletinde bir dağ ile yine aynı eyalette bir de maden sahası var. Taşağıl (2014: 25), aynı yerin Çin kaynaklarında farklı devirlerde farklı isimlerle anıldığını, bazen değişik yerlere aynı ismin verildiğini söylemektedir. Gerçekten “Muma” örneği de bunu doğrulamaktadır.
            Rusya’ya bağlı Yakutistan ya da Saha Cumhuriyeti’nde de Moma adlı bir nehir vardır (“Moma River.”). Indigirka Nehri‘nin sağ kolu olan Moma Nehri ülkenin kuzeydoğusundaki  Moma (Momsky) bölgesindedir.
            “Moma” sözcüğü Evenkiceden gelmektedir.  “Odun, kereste, ağaç” anlamındadır. Dik, kolayca aşınabilen, üzerlerindeki ağaçlarla birlikte göçerek nehir yatağını dolduran kenarlara sahip nehirler için kulanılır (“Moma River.”).
            Evenkice, Tunguz dillerinden en yaygın olanıdır. Saha Türkleri, Saha Yeri de denilen Yakutistan’a eski yurtları Baykal Gölü kıyılarından ancak 12. yüzyıldan itibaren, özellikle de Moğolların baskısıyla göç etmeye başlamışlar ve bu durum 17. yüzyıla kadar sürmüştür (Gömeç, 1998: 182). Saha Türkleri Yakutistan’a gelmeden önce doğal olarak burada yaşayan halklar vardı. Bu halklardan biri de halen ülke nüfusunun %2,2’sini oluşturan Evenkilerdi (“Sakha Republic.”).
            Bu konuyu geçmeden şunu da belirteyim: Moma (Momsky) bölgesinde Moma adında bir dağ olduğu gibi bölgenin merkezi de Moma’dır (Khonuu). Belli ki bölge, dağ ve yerleşim yeri adlarını nehirden almışlardır.
            Bu araştırmaya başlarken Moğolistan’da da Muma adında bir yer olduğunu bilmiyordum. Üstelik bu tarihi bir yerdi. Ona ünlü Moğolistan uzmanı Alan J. K. Sanders’in Historical Dictionary of Mongolia adlı kitabında rastladım. “Muma”nın geçtiği satırlar şöyle:
            “…The Tabgatch came under attack by the Jujuan (Nurun or Juan-Juan, the wriggling insects), who dominated the Gobi border. They seem to have been Mongols from the Orkhon. Their capital was at Muma, an old Xiongnu site on the river Tamir. They used the title khan rather than the Xiongnu sanyü...”  (Sanders, 2010: 7).
            Türkçe çevirisi:
            “…Tabgaçlar, Gobi hududuna hâkim olan Juan-Juanlar  (Nurun ya da kımıldayan böcekler) tarafından saldırıya uğradılar. Öyle görünüyor ki bunlar Orhun’dan gelen Moğollardı. Başkentleri Tamir Irmağı üzerinde eski bir Hun yerleşim yeri olan Muma’daydı. Hunların kullandıkları şanyü yerine han unvanını kullanıyorlardı…”  (Sanders, 2010: 7). 


Şekil 8: Juan-Juan Devleti ve başkenti Mumo (“Rouran Khaganate.”)


            Kyzlasov (1996: 317) Juan-Juanların başkentinin (Şekil 8) altıncı yüzyılın başlarında kurulduğunu, hem dış hem iç duvarlarla çevrildiğini ve adının da Mumo olduğunu bildirmektedir. İsimlerin neredeyse aynı olmasından, kentin, adını üzerinde kurulduğu eski Hun yerleşim yeri Muma’dan almış olduğu anlaşılmaktadır. Hem Hunların hem Juan-Juanların Tamir Irmağı (Orhun Nehri’nin bir kolu) civarında yerleşmeleri ise bir rastlantı değildir, çünkü ‘Orta Asya’da büyük imparatorluklar kuran bütün boylar, birbirini takiben Hunlar, Avarlar [Juan-Juanlar], Kök Türkler, Sir Tarduşlar, Uygurlar ve Moğollar ordalarını  [ordugâh, karargâh, kent] bu kutsal bölgede kurmuşlardır.’ (Rosthorn; akt. de Groot ve Asena, 2011: 87). Çin kaynaklarında da Kök Türklerin her yılın beşinci ayında Tamir Irmağı’nda toplandıkları, kağan ve soyluların birlikte atalar mağarasına gittikleri ve orada Gök Tanrı’ya adaklar sundukları bildirilmektedir (Liu Mau-Tsai; akt. de Groot ve Asena, 2011: 87).
            Bu noktada Türk topluluklarının Asya’da 10. yüzyıla kadar geçirdikleri tarihi aşamaları ana hatları ile hatırlatmakta yarar görüyorum. Bunu yaparken başvuracağım ana kaynak Ahmet Taşağıl’ın Kök Tengri’nin Çocukları adlı eseri olacaktır.
            Taşağıl (2014: 51), Hunların tarihinin efsanevi Çin kayıtlarına göre MÖ 2255 yılına kadar gittiğini söylemektedir. Ancak bilinen ilk Hun hükümdarı (şanyü) T’ou-man’dır. T’ou-man hükümdar olarak ilk defa MÖ 221 yılında tarihi kayıtlara geçmiştir. Onun zamanında Moğolistan’daki Orhun, Selenga, Onon, Ongin gibi ırmakların havzalarında Hun nüfusu oldukça artmıştır. MÖ 209’da tahta geçen Mo-tu (Mete) ise Hun Devleti’nin sınırlarını Kore ve Japon Denizi’nden Volga Nehri’ne kadar genişlemiştir.
            Hunların yıkılmasından sonra Orta Asya’da Tunguzlar ve Moğol kökenli Hsien-piler tarafından Juan-Juan Devleti (330-555) kuruldu (Taşağıl, 2014: 38). Birçok etnik unsurdan oluşan Juan-Juanlar arasında pek çok Türk de vardı (Eberhard, 1943: 29). Nitekim bunlar Bumin Kağan’ın idaresi altında Juan-Juanlara karşı ayaklanarak 552 yılında I. Gök Türk Devleti’ni kurdular. Doğu Gök Türk tahtında oturan İl Kağan 630 yılında Çinlilerin eline düşünce, I. Gök Türk Devleti son buldu ve 682’de II. Gök Türk Devleti kuruluncaya kadar Gök Türkler bağımsızlıklarını yitirdiler. 742 yılında Uygur, Karluk ve Basmıllar, Çinlilerin de kışkırtmasıyla, II Gök Türk Devleti’ne karşı ayaklanarak Gök Türk kağanı Kutlug’u öldürdüler ve Basmılların reisini kağan seçtiler. Daha sonra Uygurlar, Basmılları ve Gök Türkleri tamamen bertaraf ederek, 745’de, merkezi Ötüken olan bağımsız Uygur Devleti’ni kurdular. Gücünü daha çok Moğolistan’ın doğusunda, özellikle Tola Irmağı (Orhun Nehrinin bir kolu) civarında yaşayan Dokuz Oğuzlardan alan Uygur Devleti de 840 yılında Kırgızlar tarafından yıkıldı (Taşağıl, 2014: 39).
            Yukarıda anılan devletlerin yıkılma süreçlerinde Batı’ya doğru önemli göçler oldu. Hun Devleti’nin yıkılmasından sonra Batı’ya gidenler, Batı Türkistan ve Afganistan’da Akhun, Orta ve Doğu Avrupa’da Avrupa Hun devletlerini kurdular (Taşağıl, 2014: 38). 630’da I. Gök Türk Devleti’nin yıkılmasından sonra Türkistan şehirlerine (bununla Gansu’nun en batısından kuzeydoğu İrana kadar olan şehirler kastedilmektedir) göçenler oldu (Taşağıl, 2014: 154). 840’da Uygur Devleti’nin yıkılması üzerine de Uygurlar Turfan’a göç ettiler (Taşağıl, 2014: 196). Dokuz Oğuzlara ne olduğu ise tam bilinmiyor.
            Anadolu’ya göç eden Oğuzlara gelince, onların,
            1) Çincede Hegu denilen bir Hun halkından türedikleri,
            2) Moğolistan’daki Uygur Devleti’nin yıkılmasından sonra Batı Türkistan’a göç eden Dokuz Oğuzların çocukları oldukları,
            3) Doğrudan doğruya On Oklardan geldikleri,
            4) Yedisu’nun yerlisi On Oklar ile Moğolistan’dan göç eden Dokuz Oğuzların karışmaları sonucunda ortaya çıktıkları,
             5) Aslında Moğolistan’daki Gök Türklerden hiç de farklı bir halk olmadıkları şeklinde görüşler ileri sürülmüştür. (Erkoç, 2006).    
            Faruk Sümer, Ahmet Bican Ercilasun, Salim Koca ve Ahmet Taşağıl gibi tarihçi ve Türkologların da destekledikleri baskın görüş, Oğuzların doğrudan doğruya On Oklardan geldiği yolundaki görüştür. Bu görüşe göre On Okların ve Oğuzların ortaya çıkışı şöyle oldu:
            Batı Gök Türk ülkesinde, yani Kırgızistan ve Kazakistan topraklarında, 634’ten sonra On Ok boy örgütlenmesi ortaya çıktı. Anılan tarihte Batı Gök Türk hanedanından Işbara ülkesini on boya bölüp her boya bir ok verdi. Böylece ortaya çıkan yeni boyların hepsine On Ok denmeye başlandı. Bu organizasyon daha sonra “Türgiş” adını aldı ve Oğuzların alt yapısını oluşturdu. 766 yılından sonra Uygurların baskısı sonucu Karlukların Tanrı Dağları-Isık Göl-Yedisu-Çu-Talas havalisine gelmeleri üzerine Türgişler daha da batıya, Sir Derya boylarına ve daha kuzeybatıya doğru kaydılar. O tarihten itibaren Batı Oğuzları ya da sadece Oğuzlar olarak adlandırıldılar. 10. yüzyılın başlarında, Hazar Denizi ile Aral Gölü arasında, kışlık merkezi Yenikent olan Oğuz Yabgu Devleti’ni kurdular. Bu devletin yıkılmasından sonra, ana Oğuz grubu, Samani Devleti’nin Karahanlılar tarafından yıkılmasından faydalanarak Horasan’a yöneldi. Böylece Selçuklu İmparatorluğu’na giden yol açılmış oldu. (Taşağıl, 2014: 239-240).
            Oğuzları Dokuz Oğuzlara bağlayanların da, dolaylı da olsa, dayandıkları kanıtlar vardır. Nitekim 13. yüzyılda yaşamış olan tarihçi Ibnü’l Esir, Anonim Horasan vakayinamesine dayanarak, önemli bir Oğuz grubunun, Halife Mehdi (775-785) zamanında Abbasi yönetimine başkaldıran Mukanna’nın isteğine uyarak onu desteklemek üzere ‘Türklerin çok uzak ülkeleri’nden Maveraünnehir’e göç ettiğini aktarmaktadır (Agacanov, 2002: 191; Sümer, 1967: 23). Bu dönemde ortaya çıkan İslam ordularındaki gulam (köle) birliklerinin sayısındaki belirgin artış da Batı’ya doğru olan bir göç hareketinin belirtisi olarak görülmektedir (Golden 1972: 61).  Ayrıca  “Taberi de Dokuz Oğuzların 205 (820-21) yılında Uşrusana'ya (Semerkand'ın doğusunda, Soğd ve Sir-Derya ırmakları arasındaki bölge) bir akın yaptıklarını bildirmektedir.” (Sümer, 1967: 23). Böyle bir akın ancak onların Orhun bölgesinden batıya göç etmiş olmalarıyla mümkündür (Sümer, 1967: 24). Golden’e (1992: 207) göre de Dokuz Oğuzlarla bağları açık olmasa da Oğuzların çıkış noktası Moğolistan ya da ona komşu ülkeler gibi görünmektedir.
            Bir şeriye mahkemesi belgesine dayanarak, eskiden Muma’ya bağlı Aşağı Kenise denen bir köyün olduğunu daha önce ortaya çıkarmıştık. Bu köyün bir Hristiyan köyü olduğu ve Aşağı Kenise adının da sonradan gelip bu köyün hemen yanı başına yerleşen Türkler tarafından verildiği açıktır. Peki, bu Hristiyan köyünün Türkler gelmeden önceki adı ne idi? Acaba yine Muma’mıydı? Öyle ise Türkler Muma adını benimsemişler, Hristiyanların yaşadığı kısmı da Aşağı Kenise olarak adlandırmışlardı. Ya da kim bilir atalarımız yerleştikleri bu yere Muma ismini kendileri vermişlerdi. Ne de olsa o, Kök Türkler ve Uygurlar dâhil Orta Asya’da büyük imparatorluklar kuran bütün boyların ordalarını [ordugâh, karargâh, kent] kurdukları ve belki de bir şekilde kendilerinin de yakından bildikleri, Moğolistan’daki Tamir Irmağı üzerinde bulunan önemli bir yerin adıydı.

            3. SONUÇ

            Muma köyünün tarihinin çok eskilere dayandığı anlaşılmaktadır. Ancak Muma köyü ile Kelt tanrıçası Muma arasında kesin bir bağ kurmak zordur. Zira Kelt mitolojisi ile ilgili bilgiler ya Romalılarca aktarılmış ya da MS 7. yüzyıldan itibaren Hristiyan keşişler tarafından yazıya dökülmüştür. Dolayısıyla bunların gerçeği tam olarak yansıttıkları söylenemez. Zaten söz konusu tanrıça adının Muna, Mona (“Muma (Celtic goddess).”), Mór Muman, Mór Mumhan ya da Mór Mumain (“Mór Muman.”) gibi değişik şekilde yazılışlarına da rastlanmaktadır.          
            Yenişar’ın Keltlerle ilişkisi açısından orada bulunan Kaledos Kalesi çok daha önemlidir. Karaca (2006: 22) bu kaleye Kaledos adının I. Mesud tarafından, 1142’de, yerli Rumlar ile göçebe Türkmenlerin dostça yaşamalarından dolayı “dost kalesi” anlamında verildiğini söylese de buna dair herhangi bir belge yoktur. Ayrıca Kaledos Kalesi’ne, Geledos ya da Kaledost da denmektedir. Kanımca bunlar da yöre halkının yakıştırmalarıdır (halk etimolojisi). Oysa Kaledos Keltçe Caletos ile neredeyse aynıdır. Caletos hem bir Kelt tanrısının (Anwyl, 1906: 39)  hem de bir Kelt kabilesinin (“Caletes.”) adıdır. Ön-Kelt dilinde kal- kökü “sert, katı; çetin” demekti. Bugünkü Bretoncadaki kalet sıfatı da aynı anlamlara gelmektedir. Kabile ismi olarak Caletes ya da Caletos ise “sert/katı insanlar” demektir. Netice olarak, Kaledos Kalesi adını geçmişte oraya yerleşmiş Caletos kabilesine mensup Keltlerden almış olabilir. Ancak yine de kazı ve yüzey araştırmaları yapmadan bundan emin olunamaz. Hatta kazılarla da sonuç alınamayabilir, çünkü sözlü geleneğe sahip Keltlerin/Galatların kendi dillerinde yazılı belge yoktur.   “Maddi kültürün çoğu Helenistik özellik taşır. Yine de ikonografide [heykel ve resimde]  Keltlerin saç tarzı kendini korur. Ayrıca tanrıça Cybele’ye resmedilen torklar [gerdanlık] ve tipik silahlar Keltlerin varlığına işaret eder.” (Yörükan, 2009: 141).  
            Avrupa ve Amerika’daki Muma soyadı taşıyan insanlara gelince, bunların ya halen eskiden Keltlerin yaşadıkları yerlerde yaşadıkları ya da buralardan göç ettikleri anlaşılmaktadır.
            Çin’deki Muma ve Yakutistan’daki Moma yer isimlerinin ise Keltlerle ve isim benzerliğinden başka Muma köyü ile herhangi bir ilişkisi yoktur. Çincede mù mǎ  “tahta at, atlama beygiri, atlıkarınca, truva atı” ya da sadece “at” gibi anlamlar taşımaktadır (“muma.”). “Moma” ise Yakutistan’ın yerli halklarından Evenkilerin dili olan Evenkiceden gelmektedir.  “Odun, kereste, ağaç” anlamındadır. Dik, kolayca aşınabilen, üzerlerindeki ağaçlarla birlikte göçerek nehir yatağını dolduran kenarlara sahip nehirler için kullanılmaktadır (“Moma River.”). Moma Nehri’nin bulunduğu bölge ile oradaki bir yerleşim yeri ve bir dağ, adlarını bu nehirden almışlardır.
            Araştırma sürecinde Moğolistan’daki Tamir Irmağı (Orhun Nehri’nin bir kolu) üzerinde Muma adında eski bir Hun yerleşim yeri olduğu (Sanders, 2010: 7) ve Juan-Juanların altıncı yüzyılın başlarında bu yerde başkentleri Mumo’yu kurdukları (Kyzlasov,1996: 317) saptanmıştır. Belli ki başkent, adını üzerine kurulduğu Hun yerleşim yerinden almıştır.
            Tamir civarı  sadece Hunların ve Juan-Juanların değil, onlardan sonra gelen Kök Türklerin, Sir Tarduşların, Uygurların ve Moğolların da ordalarını  [ordugâh, karargâh, kent] kurdukları kutsal bir bölgedir (Rosthorn; akt. de Groot ve Asena, 2011: 87). Çin kaynakları Kök Türklerin her yılın beşinci ayında Tamir Irmağı’nda toplandıklarını, Kağan ve soyluların birlikte atalar mağarasına giderek orada Kök Tanrı’ya adaklar sunduklarını bildirmektedir (Liu Mau-Tsai; akt. de Groot ve Asena, 2011: 87). O nedenle, acaba atalarımız, yerleşmeye karar verdikleri Yenişar’daki yeni köylerine de Tamir Irmağı üzerinde bulunan ve bir şekilde kendilerinin de aşina oldukları Muma’nın adını mı vermişlerdir? Henüz bu sorunun kesin yanıtını bilmiyoruz –belki de hiç bilemeyeceğiz-. Ancak “Muma”ya tarihi bir yer adı olarak Moğolistan’daki Orhun bölgesinde, yani Türklerin ata yurdu olarak kabul edilen bir yerde rastlanmış olması, onu Türkçe saymadıklarından köy adı olmaktan çıkaranlara ders olmalıdır.


Mehmet Demirtaş
Ankara, Nisan 2015

KAYNAKLAR

“Aachen.” Wikipedia. http://en.wikipedia.org/wiki/Aachen.
Agacanov, Sergey Grigoreviç. Oğuzlar. İstanbul: Selenge Yayınları, 2002.
Anwyl, Edward. Celtic Religion in Pre-Christian Times. London: Archibald Constable & Co. Ltd., 1906.
Arslan, Murat. “The Impact of Galatians in Asia Minor”. Olba VI (2002), 41-47.
Arslan, Mustafa. “Homonadlar Savaşı”.  Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Dergisi 14/1-2 (2011), 97-107.
Beck, Noémie. Goddesses in Celtic Religion Cult and Mythology: A Comparative Study of Ancient Ireland, Britain and Gaul. Lyon Üniversitesi, Doktora Tezi, 2009.
Büyükgün, Banu. Men Kültüyle İlgili Eskişehir, Afyon, Kütahya ve Pamukkale Arkeoloji Müzelerinde Bulunan Bazı Taş Eserler. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2006.
“Caledonia.” Wikipedia. http://en.wikipedia.org/wiki/Caledonia.
“Caletes.” Wikipedia. https://es.wikipedia.org/wiki/C%C3%A1letes.
“Celts.” Wikipedia. http://en.wikipedia.org/wiki/Celts.
Chang, Tsung-tung. “Indo-European Vocabulary in Old Chinese: A New Thesis on the Emergence of Chinese Language and Civilization in the Late Neolithic Age”. Victor Mair (Ed.). Sino-Platonic Papers 7 (1988), 1-54. 
Coonan, Clifford. “A Meeting of Civilisations: The Mystery of China’s Celtic Mummies”. The Independent, 28 Ağustos 2006. http://www.independent.co.uk/news/world/asia/a-meeting-of-civilisations-the-mystery-of-chinas-celtic-mummies-413638.html.
Cunliffe, B. W. The Ancient Celts. London: Penguin Books International, 1999.
Darbyshire, G., S. Mitchell, L. Vardar. “The Galatian Settlement in Asia Minor”. Anatolien Studies 50 (2000), 75-97.
de Groot, J. M., G. Ahmetcan Asena. 2500 Yıllık Çin İmparatorluk Belgelerinde Hunlar ve Türkistan. İstanbul: Pan Yayıncılık, 2011.
Di Cosma, Nicola. “The Northern Frontier in PreImperial China”. Michael Loewe and Edward L. Shaughnessy (Ed.).  The Cambridge History of Ancient China: From the Origins of Civilization to 221 B.C.  içinde. Cambridge: Cambridge University Press, 1999, 885-966.
Eberhard, W. “Toba'lar Etnik Bakımından Hangi Zümreye Girer? İlk Araştırmalar”. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 1/2 (1943), 19-32.
Erdoğru, Mehmet Akif. Osmanlı Yönetiminde Beyşehir Sancağı (1522-1584). İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2006.
Erkoç, H. Ihsan. “Theories on the Origins of the Oghuz”, 2006. http://steppes.proboards.com/thread/466/theories-on-origins-oghuz.
“Gallia Celtica.” Wikipedia. http://en.wikipedia.org/wiki/Gallia_Celtica.
Golden, Peter B. “The Migrations of the Oğuz.”  Archivum Ottomanicum 4 (1972), 45-84.
Golden, Peter B. An Introduction to the History of the Turkic Peoples. Wiesbaden, Germany: Otto Harrassowitz, 1992.
Gömeç, Saadettin. “Tarihte ve Günümüzde Saha Türkleri”. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi 19/30 (1998), 175-203.
Hall, A. S. “Notes and Inscriptions from Eastern Pisidia”. Anatolien Studies 18 (1968), 57-92.
Hanks, Patrick. Dictionary of American Family Names. New York: Oxford University Press, 2013.
Horvath, Izabella. Kitap Eleştirisi: Mallory, J.P. and Victor H. Mair. The Tarim Mummies: Ancient China and the Mystery of the Earliest Peoples from the West. Journal of Central Asian Studies, III/2 (2000), 51-56.
“Iverni.” Wikipedia. http://en.wikipedia.org/wiki/Iverni.
“kaledus.” Breton-Türkçe Sözlük. Glosbe. https://glosbe.com/br/tr/kaledus.
“kalet.” Wiktionnaire. http://fr.wiktionary.org/wiki/kalet.
Karaca, Veli. Belgelerle Yenişar. Isparta: Kardelen Sanat Yayınları, 2006.
“kastell.” Breton-Türkçe Sözlük. Glosbe. https://glosbe.com/br/tr/kastell.
Kaufman, David.” Who Were the Tokharians?” University of Kansas, 2011. https://www.academia.edu/867652/Who_Were_The_Tokharians.
Kaya, Mehmet Ali. Anadolu’da Galatlar ve Galatya Tarihi. Konya: Çizgi Kitabevi, 2011.
Kaya, Mehmet Ali. “Keltlerin Anadolu’ya Göçü: Göç Nedenleri, Yolları ve İlk On Yıl”. Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Yıl: 10, Güz 2012, Sayı: 13, s. 1-16.
Kyzlasov, L. R. “Northern Nomads”. B. A. Litvinsky, Z. Guang-da ve R. S. Samghabadi (Ed.). History of the Civilizations of Central Asia, Cilt 3: The Crossroads of Civilizations: A.D. 250 to 750. Paris: UNESCO, 1996, 310-320.
Lequenne, Fernand. Galatlar. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1991.
Mac Congail, B. “Belgae Expansion into South Eastern Europe and Asia-Minor (4th – 3rd c. BC.)”. PRAE. In Honorem Henrieta Todorova içinde. Sofya: National Archaeological Institute With Museum, Bulgarian Academy of Sciences, 2007, 295 – 302.
Magie, D. Roman Rule in Asia Minor to the End of the Third Century After Christ. Cilt 1. Princeton: Princeton University Press, 1950.
Mallory, J. P. Hint-Avrupalıların İzinde. 2. Baskı. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 2002.
Mitchell, S. Anatolia, the Celts and the Impact of Roman Rule. Cilt 1. Oxford: Clarendon Press, 1995.
“Moma River.” Wikipedia. http://en.wikipedia.org/wiki/Moma_River.
“Mór Muman.” Wikipedia. http://en.wikipedia.org/wiki/M%C3%B3r_Muman.
“Muma (Celtic goddess).” Wikipedia. http://en.wikipedia.org/wiki/Muma_(Celtic_goddess).
“Muma Family History.” Ancestry. http://www.ancestry.com/name-origin?surname=muma.
Muma Pădurii.” Wikipedia. http://en.wikipedia.org/wiki/Muma_P%C4%83durii.
“Muma River.” Wikipedia. http://en.wikipedia.org/wiki/Muma_River.
“mumu.” Wiktionary. http://en.wiktionary.org/wiki/Mumu.
“Munster.” Encyclopaedia Britannica, 2015. https://www.britannica.com/place/Munster-province-Ireland.
“O'Rahilly's Historical Model.” Wikipedia. http://en.wikipedia.org/wiki/O'Rahilly's_historical_model.
Ögel, Bahaddin. “Eski Orta Asya Kabileleri Hakkında Araştırmalar I: Yüe-çi'ler”. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 15/1-3 (1957), 247-278.
Özden, Senem. “Pisidia Bölgesi’nde Yunan ve Roma Dönemlerine Ait Kültür Varlıkları”. http://www.tayproject.org/downloads/Pisidia_SO.pdf .
Özsait, Mehmet. Hellenistik ve Roma Devrinde Pisidya Tarihi. İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1985.
Ramsay, W. M. The Historical Geography of Asia Minor.  London: John Murray, Albemarle Street, 1890.
“Sakha Republic.” Wikipedia. http://en.wikipedia.org/wiki/Sakha_Republic.
Sanders, Alan J. K. Historical Dictionary of Mongolia. Lanham, MD: Scarecrow Press, 2010.
Smith, William. ”Galatia.” Dictionary of Greek and Roman Geography. Boston: Little, Brown & Co., 1854.
Sümer, Faruk. Oğuzlar (Türkmenler). Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1967.
Sümer, Faruk. “Dokuz Oğuzlar”. İslam Ansiklopedisi. Cilt 9. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1994, 500-502.
Sykes, Egerton. “Muma Padura.” Who’s Who in Non-Classical Mythology. New York: Taylor & Francis e-Library, 2002.
“Tarim mummies.” Wikipedia. http://en.wikipedia.org/wiki/Tarim_mummies.
Taşağıl, Ahmet.  Kök Tengri’nin Çocukları: Avrasya Bozkırlarında İslam Öncesi Türk Tarihi. 2. baskı. İstanbul: Bilge Kültür Sanat Yayınları, 2014.
“The Mumma Surname DNA Project.” http://www.mumma.org/dna/MummaDNA67summary.html.
“The Mumma-Moomaw-Mumaw-Muma-Mumaugh-Momma Surname Page.”  http://www.mumma.org/mumma.html.
“Tocharians.” Wikipedia. http://en.wikipedia.org/wiki/Tocharians.
“Tribes & Territories of Mumhan.”  http://www.rootsweb.ancestry.com/~irlkik/ihm/munster.htm.
Yörükan, Güneş. A study on Celtic/Galatian Impacts on the Settlement Pattern in Anatolia Before the Roman Era. Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Doktora Tezi, 2009. http://etd.lib.metu.edu.tr/upload/3/12610539/index.pdf.

EKLER

Merhum Veli Karaca 2006’da yayımladığı Belgelerle Yenişar adlı kitabına Muma’da bulunan 1664 tarihli şeriye mahkemesi belgesinin (hüccet) özetini koymuştur (Sayfa 58). Bu kitap basıldıktan üç yıl sonra, 2009 yılında, oğlu Mümtaz Karaca, babasından kalan elindeki belgeleri bir öğrencisi vasıtasıyla tanıdığı Osmanlı Arşiv Uzmanı Mustafa Mert’e  gönderip okutmuş ve onları henüz yayımlanmamış olan 1637-2010 Günümüze kadar Yenişar Bademli İlçesi ve Belgeleri- Transkripsiyon ve Özetleri adını verdiği bir kitapçıkta toplamıştır.  Aşağıdaki belgelerin kaynağı o kitapçıktır.


Ek 1: 1664 tarihli şeriye mahkemesi belgesi transkripsiyonu.


Ek 2: 1664 tarihli şeriye mahkemesi kararı aslı.