20 Ocak 2018 Cumartesi

KUBADÂBÂD

            Yeri ve Kuruluş Öyküsü
            Kubadâbâd, Selçuklular zamanında, Beyşehir Gölü’nün batı yakasında, eski adı Hoyran köyü olan ve bugün idarî yönden Beyşehir’in bir mahallesi haline gelmiş bulunan Gölyaka’nın sınırları içinde kurulmuş bir kenttir. Daha çok aynı adı taşıyan sarayı ile tanınır. Sarayın kalıntıları, anılan yerleşim yerinin 3 km kuzeyindeki Tol ya da Tolören denilen yerde bulunmaktadır.
            Kubadâbâd Saray Külliyesi ve kenti, Konya ile kışları geçirdiği Antalya ve Alanya arasında yaptığı yolculuklarda konaklamak amacıyla Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubad (1220-1236) tarafından kurulmuştur (Konyalı, 1991: 168). Onun adıyla ilintili olarak Kubadâbâd denmiştir. Kubad, Keykubat adının ikinci kısmı olup adaleti yerine getiren, hak dağıtan, hak ve adalet sahibi; Kubadâbâd ise kubadyeri, kubadsahrası, kubadın şenlendirdiği, mâmur ettiği yer anlamına gelmektedir (Konyalı, 1991: 169).
            Alaaddin Keykubad, 1227 yılında, Erzincan havalisinde hüküm süren Mengücek Hükümdarı Dâvûd-şâh ile Kayseri’de bir saldırmazlık antlaşması yaptıktan sonra, Akdeniz sahillerine doğru hareket etti. Yolda Beyşehir Gölü üzerinde çok hoşlandığı bir yerde yine kendi adına Kubadâbâd Sarayı’nın yapımına başlanmasını emretti (Turan, 2016: 375; Oral, 1953: 179). XIII. yüzyılda yaşamış İranlı tarihçi İbn Bîbî’nin Selçuknâme adlı eserinde bu olayla ilgili şu satırlar yer almaktadır:
            “Sultan [Kayseri’den hareketle], Hz. Süleyman (a.s.) gibi, soylu atının üstünde hızla yol alarak başkenti  [Konya] geçtikten sonra Egrinas gezinti yerine vardı. Orada cennetten daha güzel bir yer gördü. Ve o zaman av emiri ve mimar olan Sâdettin Köpek’e orada güzellikte cenneti andıracak ve ferahlıkta Seder ve Havarnak’ı [Sasani Hükümdarı Behram Gur’un, Irak’ta Fırat kenarındaki Hira kenti yakınlarındaki efsanevî sarayları] unutturacak bir saray yapmasını emretti. Sultan, düşüncesine göre sarayın bir planını çizdi ve özelliklerini belirtti. Sâdettin Köpek, emir gereğince az zamanda güzel ve iç açıcı manzaralara sahip, ömür uzatan köşklerle o mahalli süsledi ve yapım emrini yerine getirdi.” (İbn Bîbî, 2010: 110).
            Alaaddin Keykubad, kışı Akdeniz sahillerinde geçirip, 1228 senesi baharında Erzincan Seferi için Konya ve Kayseri’ye dönerken yolda Kubadâbâd’a uğradı. İnşaatın tamamlandığını gördü ve çok beğendi (Turan, 2016: 417).

            Kubadâbâd Sarayı
            Kubadâbâd Sarayı, kurucusu Alaaddin Keykubat’dan başka II. Gıyâseddin Keyhüsrev ve II. İzzeddin Keykâvus tarafından da kullanılmıştır. Ancak parlak zamanları uzun sürmemiş, Anadolu Selçuklu Devleti’nin çözülme süreciyle birlikte ikbali sönmüş ve Eşrefoğlu Süleyman Bey’in Beyşehir’i kurmasıyla (1300) birlikte de önemini tamamen yitirmiştir. (“Kubadâbâd.”) Hatta zamanla yeri bile unutulmuştur. Kubadâbâd'ın unutulan yeri, İbrahim Hakkı Konyalı ve Prof. Dr. Osman Turan'ın onun Beyşehir civarında olması gerektiğine işaret etmeleri üzerine, ancak 1949 yılında,  Konya Müze Müdürü Zeki Oral tarafından bulunmuştur (Aydın, 2001: 43). Daha sonra Zeki Oral, Prof. Dr. Katharina Otto-dorn ve Mehmet Önder tarfından kısa süreli kazı çalışmaları yapılmış ise de asıl sistemli kazılar, 1980’den sonra, Prof. Dr. Rüçhan Arık tarafından başlatılarak günümüze kadar sürdürülmüştür.
            Saray, 5200 m2’si kıyıda, 3000 m2’si Kız Kulesi Adası’nda olmak üzere 8200 m2’lik bir alana yayılmıştır. Yapılan kazılarla sarayın ana birimleri ortaya çıkarılmıştır. Saray külliyesinin kıyıdaki esas kısmı, kısmen ayakta duran duvarları ve tonozlarıyla diğerlerinden ayrılan biri büyük biri küçük iki saray ile cami, hamam, fırın, mutfak, depo, asker barınakları,  büyük bir av parkı ve göl kenarındaki iki bölümlü bir kayıkhaneden oluşmaktadır. Büyük sarayda kabul ve taht salonları yer almaktadır. “İbn Bîbî'ye göre taht salonu kabul salonuna açılmaktaydı ve aralarında, törenler sırasında sultanı topluluktan ayırmak üzere icabında çekilebilen bir perde bulunuyordu.” (Uğurlu, 2002:299).
Kubadâbâd Sarayı 
             Külliyenin Kız Kulesi Adası’ndaki kısmı ise haremlik ve tersaneden ibarettir.

Kız Kulesi Adası
            Kazılarda bulunan ve halen Konya’daki Çini Eserleri Müzesi’nde sergilenen çiniler, sarayın özenle bezenmiş olduğunu göstermektedirler. Taht salonu ve odaların duvarlarının, 2 m. yüksekliğe dek çinilerle kaplandığı anlaşılmaktadır. Bu çiniler üzerinde, Türk usulü bağdaş kurarak oturan sultan ve maiyeti, av partisi ve içki meclisi sahneleri ile çeşitli hayvan ve mitolojik yaratık resimleri yer almaktadır (Uğurlu, 2002: 300).
             Kubadâbâd Saray Külliyesi, günümüze ulaşabilmiş planı bilinen tek Selçuklu sarayı olup Topkapı, Edirne, hatta Yıldız gibi Osmanlı saraylarına mimari açıdan örnek oluşturmuştur. 

            Kubadâbâd Kenti
            Kubadâbâd Saray’ının çevresinde aynı isimle anılan bir kent oluşmuştur. Zeki Oral’nın 1949 yılında Kürtler (Pınarbaşı) köyü camisinin kapısı üzerinde gördüğü altı satırlık yazıtta, “Bu mescit sultanların yücesi Keyhüsrev oğlu Alaaddin Keykubad’ın -Tanrı sultanlığını sürekli kılsın- devletli günlerinde, kulların zayıfı ve Kubadâbâd Valisi olan Bedreddin Sutaş tarafından 633 hicri [1235 miladi] yılı ramazan ayında yapıldı.” denilmektedir (Oral, 1953: 176).. Kubadâbâd harabelerinden getirilip Kürtler köyündeki mescidin kapısının üzerine konulan bu yazıt, Kubadâbâd’ın 1235 yılında vilâyet merkezi olduğunu göstermektedir. Konyalı’ya (1991: 181) göre Kubadâbâd vilâyeti, Osmanlı Dönemi’ndeki Yenişehir nahiyesinin ya da aşağı yukarı şimdiki Yenişar’ın kapladığı alandan ibaretti. Oral’a (1953: 179) göre ise Kubadâbâd, Gurgurum’un yerini almıştı; zira Gurgurum ve Kubadâbâd ayrı ayrı vilâyet merkezi olamayacak kadar birbirine yakın idiler. Gurgurum, Anadolu Selçuklularının önemli bir vilâyeti idi (Erdoğru, 2006: 77). Kubadâbâd, onun sınırları içinde kurulmuştu. Gurgurum vilâyetinin merkezi de, o zamanki adı yine Gurgurum olan, bugün Beyşehir’in bir mahallesi durumundaki Gökçimen’di.
            Selçuklu Devleti’nin çöküşüyle birlikte Kubadâbad Sarayı gibi Kubadâbâd kentinin de ikbali sönmüş, gittikçe küçülerek köy haline gelmiş ve Şehirköy adını almıştır. “Muma [Gölkonak] köyünde bulunan 1714 tarihli hüccet-i şer’iyede Şehirköyü adıyla meskûn bir yer olduğu anlaşılan Kubadâbâd’ın son mahallesi de o yıllarda dağılmıştır. O halde Kubadâbâd’ın 1227-1727 yılları arasında yaşadığı kabul edebilebilir.” (Oral, 1953: 179). 

            Kubadâbâd’da Geçen Bazı Olaylar
            Kubadâbâd’da yaşanmış ve tarihe geçmiş olaylardan en önemlisi, aynı zamanda Kubadâbâd Sarayı’nın mimarı olan Vezir Sâdeddin Köpek’in orada öldürülmüş olmasıdır. Saadettin Köpek, kendisine rakip olabilecek değerli ve deneyimli ne kadar devlet adamı varsa hepsini ortadan kaldırmaya çalıştı.  Atabey Şemseddin Altun-aba, Vezir Tâceddin Pervâne, Saltanat Naibi Kemâleddin Kâmyâr gibi önemli devlet adamlarını öldürttü ve Hüsâmeddin Kaymerî, Celâleddin Karatay gibi devlet adamlarını da görevlerinden uzaklaştırttı (Kesik, 2008: 392-393). Ayrıca, Selçuklu soyundan geldiğini ileri sürerek saltanat üzerinde hak iddia ediyordu (Konyalı, 1991: 173).  Bu durumdan endişelenen Sutan II.  Gıyâseddin Keyhüsrev, oldukça usturuplu hazırlanmış bir planla onu Kubadâbâd Sarayı’nda öldürttü ve cesedini demir kafes içinde yüksek bir yere astırarak halka teşhir ettirdi  (İbn Bîbî, 2010: 160-161).88 “Sumeysat Seferi’den hemen sonra cereyan ettiği için bu olay 1238 yılında vuku bulmuş olmalıdır.” (Turan, 2016: 433).
            Selçuklu sultanlarının Kubadâbâd’a yaptıkları ziyaretlerden bazıları da tarihi olaylarla bağlantılıdır. Şöyle ki:
            -Sultan Keykubad, Mengücek Hükümdarı Dâvûd-şâh’ın sözünde durmayarak Selçuklu Devleti’ne saldırı hazırlıkları içine girdiği haberini alınca sahillerden ayrıldı. Önce Kubâd-âbâd’a uğrayıp inşaatı inceledi. Daha sonra Kayseri’ye varıp sefere girişti (1228) (Turan, 2016: 376).
            -Sultan Alaaddin, Saltuk-ili’ni (Erzurum ve havalisi) 1230 senesinde fethettikten sonra Kayseri’ye döndü ve oradan süratle Alâiye’ye vardı;  oradan da Antalya ve Kubâd-âbâd’a geçti. Halîfeden ve Eyyûbi hükümdarlarından gelen elçilerin ve emirlerin tebriklerini kabul etti (Turan, 2016: 394-395).
            -Alaaddin Keykubad, Moğolların ardından gönderdiği Kemâleddin Kâmyâr’ı ve ordunun akibetini endişe ile beklerken, Kâmyâr ve Çavlı’nın, bu münasebetle Gürcistan’a girdiklerini, zafer ve ganimetle döndüklerini öğrendi, çok memnun oldu.Kemâleddin Kâmyâr’ı Kubadâbâd’da kabul ettikten sonra Antalya ve Alâiye’ye hareket etti (1232) (Turan, 2016: 396).
            -Sultan II.Gıyâseddin Keyhüsrev, Baba İshak Ayaklanması sırasında dehşete kapılıp Kubadâbâd’a kaçtı ve orada bir adaya [Kız Kulesi] sığındı (1240) (Turan, 2016: 442-443).
            -II.İzzeddin Keykâvus ve Rükneddin Kılıç Arslan, Mengü Kaan ve Hülâgü’nün yarlık (ferman) ve kararlarına göre Selçuklu Devleti’ni aralarında paylaşıp saltanat kavgalarına son verdikten sonra (1259), İzzeddin Keykâvus Hristiyan dayıları ile Konya’yı bırakıp önce Kubadâbâd’a, sonra da Antalya’ya gidip eğlenceye daldı (1261). (Turan, 2016: 511)

            Kubadâbâd'ın Başkentliği Meselesi
            Aksarâyî’nin Müsâmeretü'l-Ahbar adlı eserinde I. Kılıç Arslan zamanında pâyitahtın Konya olduğu, keza II. İzzeddin Keykâvus’un da Konya’yı merkez kabul ettiği, IV. Kılıç Arslan’nın ise saltanat merkezi olarak Tokat’ı seçtiği belirtilmiştir (Taneri, 1966: 137)Bununla beraber, Selçuklu sultanlarının Anadolu'nun başlıca şehirlerinde tahtları vardı ve sultanlar geçici veya devamlı olarak Konya'dan ayrılıp seçtikleri bir şehirde ikamet edebiliyorlardı (Taneri, 1966: 137). Örneğin, II. İzzeddin Keykâvus, bir müddet için Konya'yı bırakıp Antalya'da oturmuştu. I. Alaaddin Keykubad da yazları Konya, Kayseri ve Sivas'da, kışları ise Antalya ve Alâiye'de kalıyordu. İlkbahar ve sonbaharda Orta Anadolu ile sahiller arasında yaptığı yolculuklarda da bir süre Kubadâbâd’da ikamet ediyordu.
            Bilal Eyüboğlu (1979: 23), Dünden Bugüne Beyşehir adlı kitabında, Kubadâbâd’dan, “Selçuklulara bir süre ikinci başkentlik etmiş” bir kent olarak söz etmektedir. Yöre halkı da Kubadâbâd’a bu gözle bakmaktadır. Ancak, temel kaynaklarda Kubadâbâd’ın başkent olduğuna dair açık bir ifade yoktur. Buna rağmen, Kubadâbâd, sultanlar için sadece bir konaklama yeri değil, yukarıda da görüldüğü gibi geçici sürelerle de olsa devlet işlerinin yürütüldüğü, elçilerin kabul edildiği bir yer olmuştur. Zaten kuruluşunda bir idare merkezi olacak şekilde tasarlanmıştır. Sultan için büyük saray, vezir için küçük saray ve devlet erkânı için köşkler yapılmıştır. Konyalı’nın (1991: 175) belirttiği gibi, Sultan Keykubat, Eğrinas’ta yapılacak saray ve kasr yerlerini planlamış, zengin emirlerinin burayı saraylarla, bağ ve bahçelerle süslemelerini emretmiştir. Nitekim günümüze kadar gelen saray ve köşk kalıntıları bu iddiayı doğrular niteliktedir. Malanda’da, Kilise ve Eşek adalarında çinilerle süslü muhteşem saray ve köşk kalıntıları tespit edilmiştir.
            Aslında başkent yeni bir kelimedir. Başkent sözcüğünün Selçuklular zamanındaki karşılıklarından biri pâyitahttır. Farsça aslı “pây-i taht” olan bu sözcük, “tahtın ayağı” anlamına gelir. Ayak, bir nesnenin üzerinde durduğu şeydir. Kubadâbâd’daki büyük sarayda bir taht salonunun bulunduğu bilinmektedir. O salondaki tahtın üzerinde durduğu ayak da Kubadâbâd’dır. Dolayısıyla Kubadâbâd’ın bir pâyitaht olduğu söylenebilir. 

Mehmet Demirtaş
Ankara, Ocak 2018 

KAYNAKLAR  

“Alanya.” Büyük Larousse-Sözlük ve Ansiklopedi. Cilt 1. İstanbul:  Milliyet Gazetecilik A.Ş., 1986, s. 322. 

Aydın, Bekir. Konya Tarihi ve Kültürü. Basılmamış Mezuniyet Çalışması. Lefkoşa: Yakın Doğu Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 2001, s. 43-44. 

Erdoğru, Mehmet Akif.  Osmanlı Yönetiminde Beyşehir Sancağı (1522-1584). İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2006. 

Eyüboğlu, Bilal. Dünden Bugüne Beyşehir. Konya, 1979.

İbn Bîbî. Selçuknâme. Çev. Mükremin Halil Yinanç. İstanbul: KİTABEVİ, 2010. 

Kesik, Muharrem. “Sâdeddin Köpek”. İslâm Ansiklopedisi. Cilt 35. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2008, 392-393. 

Konyalı, İ. Hakkı. Âbideleri ve Kitâbeleriyle Beyşehir Tarihi. Erzurum: A. Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Yayını, 1991.

“Kubadâbâd.” Büyük Larousse-Sözlük ve Ansiklopedi. Cilt 14. İstanbul:  Milliyet Gazetecilik A.Ş., 1986, s. 7123. 

Oral, Zeki. “Kubâd-âbâd Nasıl Bulundu?”  Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2/2 (1953), 171-194. 

Uğurlu, Kâmil. “Kubâdâbâd Sarayı”. İslam Ansiklopedisi. Cilt 26. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2002,  299-300.

Taneri, Aydın. "Müsameretü'l-Ahbar'ın Türkiye Selçukluları Devlet Teşkilatı Bakımından Değeri".  Tarih Araştırmaları Dergisi, c. 4, sayı: 6, Ankara, 1966, ss. 127-171. 

Turan, Osman. Selçuklular Zamanında Türkiye.  İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2016.