“Büyük Selçuklu sultanı Alparslan’ın beyleri 1069 yılında
Konya kentine ulaşmışlardır. Türklerin Beyşehir bölgesinde görünmeleri ise on
birinci yüzyılın sonlarına rastlamaktadır.” (Erdoğru, 2006: 39). Bölgeye
gelen Türkler, buradaki yerli Hristiyan halkla yan yana yaşamaya başlamışlar
ve ilerleyen yıllarda onlarla iyi ilişkiler kurmuşlardır. Bu ilişkilerin
sonucunda, Hristiyan halk, Türklerin bir kısım örf ve adetlerini
benimsemiştir. 12. yüzyılda yaşamış iki Bizans tarihçisi, 1142 yılında Bizans
imparatoru Ioannes ile Beyşehir Gölü’ndeki adalarda oturan kendi vatandaşları
arasındaki çatışmadan söz ederlerken bu duruma da değinmişlerdir.
Tarihçi
Kinnamos (1143-1185) olayla ilgili şunları yazmıştır:
“…İmparator (John Comnenus ya da Ioannes Komnenos) Türklerin yeniden Sozopolis’e (Uluborlu)
saldırdıklarını öğrenince bütün gücüyle oraya koştu [1142]. Hiçbir düşmanla
karşılaşamayınca (zira onlar Bizanslıların yaklaştığını öğrenir öğrenmez kaçıp
uzaklaşmışlardı), ordusunu Pusguse (Beyşehir Gölü) denilen göle sevk etti. Göl
enine boyuna alabildiğine uzanır ve suyun ortasında birbirinden ayrı adalar
vardır. Eskiden beri bu adalarda kaleler inşa edilmiştir. Bunlarda yaşayan
insanlar gölü bir hendek gibi görür. Onlar için bir tek günde Konya’ya gidip
gelmek mümkündür. Öncelikle bu nedenle İmparator gölün alınmasına büyük önem
verdi. Üzerinde yaşayan Rumlar onu kendisine teslim etmek istemeyince (zira
uzun zaman sıkı ilişkide olmanın sonucu Türklerle görüş birliği içindeydiler),
bir plan yaptı. Olabildiğince çok sayıda sandal ve gemiyi bir araya getirip
üzerlerine koyduğu tahtalarla onları birleştirdi. Savaş makinelerini bunların
üzerine koyarak kalelere doğru sürdü. Göl kuru bir rüzgârla dalgalanınca birçok
Bizans askeri kayboldu. Bununla birlikte güçlükle ve aşırı şiddetle kaleleri
almayı başardı.” (Kinnamos, 1976: 26).
Aynı
olayı diğer tarihçi Khoniates (1155-1215) de şöyle anlatmıştır:
“İmparator Ioannes, Frigya kenarından geçerek Attalos’un
harika şehri Antalya’ya ulaştı. Civardaki bölge ve şehirlerde düzen ve asayiş
kurmak için burada bir süre kalmak fikrindeydi. Çünkü bazı yöreler Türk
boyunduruğuna boyun eğmişlerdi. Bunlar arasında hemen hemen bir deniz kadar büyük Pusguse (Karalis,
bugünkü Beyşehir gölü) de vardı. Gölün
içinde bir çok yerde sudan fışkıran küçük fakat çok müstahkem adaların ahalisi
Hristiyan olmakla beraber o sıralarda kayıkları aracılığı ile Konya
Türkleriyle çok canlı ilişkiler sürdürmekteydiler. Böylece bunlarla Türkler arasında sadece bir
dostluk kurulmakla kalmamış, bunlar âdet ve gelenekleriyle hemen hemen
Türkleşmişlerdi. Bu sebepten de sınır komşularının tarafını tutuyorlar ve
Bizanslıları kendilerine düşman görüyorlardı. Uzun bir alışkanlık işte milliyet
ve dinden daha güçlü oluyor. Bunlar akıllarını yitirmişçesine davrandılar:
İmparatora küfürler savurdular ve adalarını koruyan su engeline güvenip onun
emirlerine açıkça karşı koydular. İmparator bunlara, gölün eskiden beri
Bizans’a ait olduğunu, eğer gerçekten istiyorlarsa, adaları boşaltıp açıkça
Türklerin tarafına geçmelerini söyledi. Eğer böyle yapmayacak olurlarsa
imparator gölün, belki de uzun bir süre Bizans Devleti için kaybedilmesine
hiçbir suretle tahammül etmeyecekti. Fakat sözlerinin bir yararı olmadı. Bu
yüzden de imparator icraata geçti. Gezi ve balıkçı kayıklarını birbirine
bağlayarak sallar yaptırdı. Surları yıkan koçbaşlarını bunların üzerine
yükleyerek müstahkem adalara karşı sevk etti. Böylece bu adaları zapt edebildi
ama bu arada Bizanslılar da bazı felâketlere uğramaktan kurtulamadılar. Birkaç
kez gölde patlayan fırtına salları sürükleyip parçaladı; bunların yükü ya
suların derinliğine gömüldü, ya da dalgalarla sürüklenip kayıplara karıştı.” (Khoniates, 1995: 24).
Yukarıdaki alıntılardan da anlaşıldığı gibi her iki
Bizans tarihçisi de olayı ve Rumların kendi devletlerinden duygusal olarak
nasıl koptuklarını benzer şekilde ifade etmişlerdir. Gerçekten de Bizans
topraklarının güvensizliğinden ya da ağır vergilerden yakınan Bizans’a tabi
halk, artık kendilerini savunamayan, yalnızca ağır vergiler almakla yetinen bu
imparatorluğa tabi olmaktansa, hafif bir vergi karşılığında mal ve can
güvenliklerini sağlayan Türk idaresine girmeyi yeğliyorlardı (Köprülü, 1981:
137). Belki de onlar, Köprülü’nün sözleriyle, “Anadolu’nun –Ortodoks kilisesinin
Rumlaştırmaya çalıştığı- eski halkı”ndandılar (Köprülü, 1981: 88).
Mehmet Demirtaş
Ankara, Ağustos, 2014
UYARI:
Ramazan Topraklı, yakın zamanda internette rastladığım “Kral
Yolu, Kelene Hisarı ve Miryokefalon Savaşı’nın Yeri” adlı makalesinde, “Ramsay,
‘Pasguse için anlatılan olay, Beyşehir’den ziyade Limnai (Eğirdir)’e işaret
etmektedir’ demesine rağmen Pasguse’nin Beyşehir Gölü olduğunu söyleyerek bir
hata daha yapar. Hâlbuki Pasguse Eğirdir Gölü, Konya’nın ilerisi denilen
yerler, Rabaz-ı Konya yani Yalvaç/Manarga (Dedeçam) köyünün batısında kalan
Gelendost-Köke ve Yenice köyleri civarıdır. “ demektedir. Doğrusu, buna benim de
aklım yatıyor; zira Beyşehir Gölü adalarında yaşayan halkın o günün
koşullarında bir tek günde Konya’ya
gidip gelmeleri mümkün değildi.
Şimdilik, yazımı bütünüyle kaldırmak yerine, bu notu
düşmekle yetiniyorum.
Kaynak:
Topraklı, Ramazan. “Kral Yolu, Kelene Hisarı ve Miryokefalon Savaşı’nın Yeri”. XVIII. Türk Tarih Kongresi, 1-5 Eylül 2018. Kongreye Sunulan Bildiriler (XI.
Cilt)-Tarihî Coğrafya. TTK, Ankara 2022, ss. 291-321.
Mehmet Demirtaş
25 Haziran 2022
KAYNAKLAR
Erdoğru, Mehmet
Akif. Osmanlı Yönetiminde Beyşehir Sancağı (1522-1584). İstanbul: IQ
Kültür Sanat Yayıncılık, 2006.
Khoniates, Niketas. Historia (Ioannes ve Manuel Devirleri).
Ankara: TTK Yayınları, 1995.
Kinnamos, John. Deeds of John and Manuel Comnenus. New
York: Columbia University Press, 1976.
Köprülü, M. Fuat. Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu.
İstanbul: Ötüken Neşriyat A.Ş., 1981.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder